Archive by Author | Fikret Arman

KUR’AN MÜSLÜMANLIĞI

Sarıklı, sakallı, cübbeli ‘hoca’ sıfatlı zat, “Bize Kur’an yeter” diyenler zındıktır. diyor. (Zındık kelimesinin anlamı; Tanrı’ya ve ahirete inanmayan, dinsiz, inançsız, tanrısız.)

Bir diğer sarıklı, sakallı, cüppeli, ‘hoca’ sıfatlı zat, “Kur’an Müslümanlığı” diye bir şey uydurmuşlar. diyor.

Bir diğer sarıklı, sakallı, cübbeli. ‘hoca’ sıfatlı zat ise, “Kur’an Müslümanlığı” demek dinsizlik demektir! diyor.

Bir diğer sarıklı, sakallı, cüppeli, ‘hoca’ sıfatlı zat da, “Kur’an Müslümanlığı sapıklıktır.” diyor.

Bu cümleleri kuranların hangi dinden olduklarını bilmiyorum ve İslâmiyet açısından benim için hiçbir değerleri yok!.. Bu zevatın Yüce Allah’ın dini İslâmiyetle ilgilerinin olmadığı kesin!.. Allah’a teslim olmuş, İslâm dinine mensup bir Müslüman, Allah’ın Kitabını ellerinden düşürmeyenler için  asla ve asla böyle cümleler kurmaz!..

Düşünsenize; sarıklı, sakallı, cüppeli, hoca sıfatlı zat “Ben yalnız bana vahyolunana (Kur’an-ı Kerim) uyarım.”,  “Rabb’inizden size indirilene uyun.” diyen Peygamberimize (haşa) “zındık” dediğinin farkında bile değil!.. Bu zat camilerde cemaati dine davet ediyor!. Hangi dine davet ediyor bilmiyorum. “Kur’an Müslümanlığına” ‘dinsizlik’, ‘sapıklık’  diyen bu zevat; İslâmiyetin sarık, sakal ve cüppede olduğunu zannden dinbazlardan başkaları değil!.. Allah’ın dini İslmiyet; ne Peygamberimizin sarığında, ne O’nun saçında ve ne de O’nun  sakalında değildir!.. İslâmiyet;  Peygamberimizin sımsıcak nefesiyle “bunlar Allah’tandır” diyerek bizlere tebliğ ve emanet ettiği Kur’anı Kerim’dedir.

Yukarıdaki sözleri söyleyenleri; İslâmiyeti seçmiş, Allah’a teslim olmuş ve Allah’ın Kitabı Kur’anı Kerim’e iman etmiş bir Müslüman olarak görmüyorum!.. Allah’a teslim olanlar, O’nun Kitabı hakkında asla böyle konuşmazlar! Azıcık Allah korkuları olsa konuşamazlar!.. Ama onlarda ‘Allah Korkusu’ duygusunun olmadığını düşünüyorum. Şeytan bile Kur’anı Kerim hakkında bu kadarını düşünemez!.. Şeytan bile Müslümanları Allah’ın doğru yolundan çevirmek için bunlardan daha güzel cümleler kuramaz! Yukarıdaki cümleleri kuranlara soruyorum…

İslâmiyet; yalnız Allah’a teslim olmak, O’nun Kitabına iman etmek ise ve Müslüman da İslâmiyeti kabul eden ise; Kur’anı Kerimsiz Müslüman olur mu?

Değerli Kardeşlerim,

Allah’a teslim olmuş ve “iman ettim” diyen bir Müslüman, ‘iman ettim’ dediği Kur’anı Kerimi  öğrenmeyecekte neyi öğrenecek? Kur’anı Kerimi okuyup anlamak her Müslüman için farzdır.  Tıpkı namaz gibi, oruç gibi…

‘Kur’an Müslümanlığı’ uydurulan bir şey olmadığı gibi, Allah’ın elçisi/Peygamberimizden bu yana  İslâmiyetin olmazsa olmazıdır. Ne diyor Allahın Elçisi/Peygamberimiz bizlere tebliğ ettiği Kur’anı Kerimin birçok ayetinde;

“Rabb’inizden size indirilene uyun.”

“Ben yalnız bana vahyolunana uyarım.”

“Allah’ın ipine sıkı sıkı sarılın.”

Yukarıdaki zevat zannediyor ki, Kur’an Müslümanları Peygamberlerini (haşa) takmıyorlar, O’na itaat etmiyorlar… Oysa bizler onlardan daha fazla Peygamberimize itaat ediyoruz. Peygamberimizi örnek alıyori ve tıpkı O’nun gibi Kur’an-ı Kerime uyuyoruz elbette. Daha da ileriye gidiyoruz ve Peygamberimize iftira edenlerin yanında olmuyoruz!.. Çoğu uydurulmuş hadisler için Yüce Rabbimiz Kur’anda bizleri uyarmıyor mu? “Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme! Çünkü kulak, göz ve gönlün hepsi bundan sorumlu tutulacaktır.” (İsra Suresi 17/36)

Kur’anı Kerim’in yüzlerce ayeti “Ya eyyühellezine amenü / EY İMAN EDENLER” diye başlıyor ve Yüce ALLAH Kur’anda iman edenlere sesleniyor. Dinsizlere, kafirlere, yoldan çıkmışlara değil! Biz iman eden Müslümanlara sesleniyor… Hesap günü O’ndan sorulacağımız için de O’nun yolundan gidiyoruz.

İslâmiyeti seçip, yalnız Yüce ALLAH’a teslim olup, “Elhamdülillah Müslümanım” demedik mi? Öyleyse İslâmiyeti seçip Müslüman olan bizler “İman ettim” dediğimizKur’an-ı Kerimi elimizden hiç düşürmemeliyiz… Yüce Allah’ın Kur’anda emrettiği gibi Peygamberimize itaat edecek ve O’nun bizlere tebliğ ve emanet ettiği Kur’anı Kerim’e uyacağız… Ne diyor Peygamberimiz bizlere tebliğ ettiği Kur’anı Kerimde; “Ben yalnız bana vahyolunana uyarım.”

Yukarıdaki cümleleri sarfeden zevata soruyorum… Kur’anı Kerimin birçok ayetinde “Yalnız Kur’ana  uyduğunu söyleyen” Peygamberimiz de Kur’an sapığı mıydı? Yoksa bir diğerinizin dediği gibi zındık mı (haşa)?

Örnek aldığımız Peygamberimizin yaptığı “Kur’ana uymak” sapıklıksa “Ben bir Kur’an sapığıyım.”… ve nefes aldığım sürece de böyle kalacağım. Çünkü ben Müslümanım. Ve ben diyorum ki;

“Ben bir Kur’an Müslümanıyım.”

“Ben bir Kur’an sapığıyım.”

“Bana Kur’an yeter.”

Değerli Kardeşlerim,

Yol yakınken aklımızı başımıza toplayalım ve kendimize gelelim. Allah’ın ipi Kur’an-ı Kerime sıkı sıkı sarılalım. Her nefes alışımızda, her adım atışımızda “İman ettim” dediğimiz Kitabımızı hatırlayalım ve İslâmı O’na göre yaşayalım. Yüce Allah’ın Kitabını böylesine küçümseyenlerin, hatta ‘hiç’ sayanların peşlerine takılmayalım. Bizler gerçekten İslâm mıyız? Yoksa Allah’ın dosdoğru yolundan çıkmış sapkınlar mı? Bunu düşünerek hareket edelim.

Yukarıdaki zevata hatırlatmak isterim ki; Yüce Allah Kur’anı Kerimde, “Hesap günü bu Kitaptan  sorulacaksınız.” diyor. Yüce Allah, “iman ettim” diyen O’nun dosdoğru yolundan yürüyen tüm Müslümanların yardımcısı olsun.

En doğrusunu Allah bilir.

Selam ve Dua ile,

Fikret ARMAN

KUR’AN-I KERİM YAKILMAZ!..

Yazıma, “Yüce ALLAH’ın biz Müslümanlara indirdiği Kitabımız Kur’an-ı Kerimi yakanlara, O’nunla alay edenlere LÂNET OLSUN!..” diyerek başlıyorum. Olayın bir başka vahim boyutu da, bu kendini bilmez Tanrı tanımaz kişinin yaptığı bu eylemin, ülkenin polislerinin gözü önünde yapılması ve o polislerin olayı sadece setretmesidir.

Biz bu olayın bir benzerini Peygamberimizi alay konusu yapan karikatürkeri yine bir başka Tanrı tanımazın kaleminden birkaç yıl önce Fransa’da yaşamıştık. Ve o olay sonrası da Ülkemizin  feryat figanını hep birlikte izlemiştik… Sonrasında, yazmam gereken yazıyı “Charlie Hebdo Muhaddisleri” başlığında yazmıştım.

Bu olaylarla  ilgili önce biz Müslümanların önce kendimizi sorgulamamız gerektiğini yazmıştım. Bazı konuları yine hatırlatacağım.

Chalie Hebdo olayında, elin gavuru Peygamberimizi kalemiyle alay konusu yaparken, bizler Peygamberimizi ‘kadın düşmanı’ yapan uydurulmuş hadislerle ilgili ne yaptık? Muhaddisler, hepimizi doğuran kadınlarımızla ilgili aşağılayıcı hadisleri ‘bunlar Peygamber efendimizin söyleridir’ derken bu aşağılayıcı sözleri söyleyen muhaddislerle ilgili ne yaptık?

Ben söyleyeyim… Hiçbir şey yapmadık… SUSTUK! Oysa, bir Müslüman yanlış karşısında susmaz! Hele hele konu Peygamberi ise… Maalesef o gün içimizde Peygamberimize iftira atanlara karşı sustuk!..

Bugün yine Ülkece feryat figan ediyoruz… Sebep? Kur’an-ı Kerimi yaktılar.

Yukarıda dediğim gibi tabii ki bu olayı, yakanı, yaktıranları, seyredenleri lanetleyeceğiz… Kimse bizim Kutsalımızı yakamaz!..

Olayı lanetlerken biraz da düşünelim… Bir Tanrı tanımaz bizim Kutsalımızı da yaktı, yok etti. Peki… Bizler, Peygamberimizin bizlere tebliğ ettiği Kur’anı duvara asıp yok etmedik mi?   Hangimiz Kur’anı yaşıyoruz?

Peygamberimizin Furkan suresi 30 ayetteki tebliğini hatırlayalım isterseniz… “Benim ümmetim bu Kur’anı terketti.”

Yakmakla; terketmek, duvara asmak, kapağını dahi açmamak, okuyup anlamamak arasında fazla bir fark var mı? Sizler cevaplayın.

Vicdan ve akıl sahibi Müslüman kardeşlerime sesleniyorum. Gerçekten “Elhamdülillah Müslümanım” diyorsanız, hemen duvara astığınız Kur’an-ı Kerimi oradan indirin… O’nu anladığınız dilden okuyun, anlayın, düşünüp aklınızı kullanın ve bundan sonra KUR’AN’ı yaşayın. O’nu terkedip yok eymeyin!..

En doğrusunu Allah bilir.

Selam ve Dua ile,

Fikret ARMAN

ŞEYTAN İŞİ PİSLİKLER…

Yüce Allah onlarca ayetinde iman eden biz Müslümanları uyarmaktadır.

“Uzak durun!”,

“Yapmayın!”,

“Sakının!” diye.

Hesap günü karşısına, ettiği imana sadık kalmış, günahlardan uzak durmuş, doğru yaptığından emin bir Müslüman olarak çıkabilelim.

Hucurat suresi 13. Ayetini hatırlayalım. Ey insanlar! Biz sizi, bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve örfler yoluyla tanışıp kaynaşasınız diye sizi milletlere, boylara ayırdık. Hiç kuşkusuz, Allah katında en seçkininiz, sakınılması gereken şeylerden en çok sakınanınızdır. Allah her şeyi bilir, her şeyden haberdardır.”

Ayette Yüce Allah, en seçkin kullarının “sakınılması gerekenlerden en çok sakınanlar”  olduğunu söylüyor bizlere. Bu konuda biz Müslümanlara düşen de;  “uzak durmak”, “yapmamak”, “sakınmak” olmalı değil mi?

Ama bizler ayetlerden ders alıp yapmamamız gerekenlerden sakınıyor muyuz?

MAİDE Suresi 90. Ayet: “Ey iman edenler! Uyuşturucu/şarap, kumar, tapılmak için dikilen taşlar, fal okları şeytan işi birer pisliktir; bunlardan uzak durun ki kurtuluşa eresiniz.”

Ayet çok açık değil mi? Yüce Allah, “şeytan işi pislik” dediklerinden ‘uzak durun ki’ kurtuluşa eresiniz diyor.

Biz Müslümanlar kurtuluşa ermek için  Allah’ın yasaklarından uzak duramaz mıyız? “İman ettim” diyen biz Müslümanlar nasıl olur da şeytan işi pisliklerden vazgeçemiyoruz? Allah’ın doğru yolu varken neden şeytanın ayak izlerini takip ederiz?

Fincandaki kahve telvesine umut bağlamış, falcılardan medet umar hale gelmiş biz Müslümanlar, sıkıştığımızda Yüce Allah’a el açmıyor muyuz  “Allah yardımcımız olsun…”, “Allah’ım sen yardım et…” diye?

Tabii ki Yüce Rabb’imiz dualarımızı kabul edecek ve bizlere yardım edecektir… “Şeytan işi pisliklerden uzaklaşıp, tövbeler edip, yalnız ve yalnız O’na sığındığımız  zaman!..”

En doğrusunu Allah bilir.

Selam ve Dua ile,

Fikret ARMAN

ALLAH HER KULUNU ÖZGÜR YARATMIŞTIR

Hayat boyu  yaptıklarımızın/yapmadıklarımızın tümü kendi kararlarımızdır. Hepsinden bizler sorumluyuz. “Kaderim böyleymiş… Alın yazım böyle yazılmış.” diyerek  bu sorumluluklarımızdan kurtulma şanşımız yok!

Çünkü ‘böyleymiş’ dediğin kaderini  sen belirledin!..  O kararları sen verdin!.. Şeytana uyup zina yapmasaydın ‘kaderim böyleymiş’ diye bir cümle kuramazdın!..

Kim sana kumar oyna, bütün maaşını, evinin rızkını git kumarda kaybet dedi de kendini köprüden aşağıya atıp canına kıydın?  Geride bıraktıkların senin için diyorlar ki; “alın yazısı böyleymiş!” Sence de böylemi?  Kumar oynama kararını sen vermedin mi?

Esrar satma işine girmeye sen karar vermedin mi? Parası çok iyi, kısa zamanda köşeyi döneceğim diyen sen değil miydin? Ama bu suç sadece senin değil!.. “Kaderi böyleymiş… Alın yazısı böyle yazılmış.” diyenler de an az senin kadar suçlu!..

Çok basit düşünelim… Bizlerin yaptıklarını ya da yapacaklarını Yüce Allah yazdıysa eğer, hesap günü bizi neden sorgulasın ki? Hem bizlere şunları şunları yapacaksın diyecek hem de şunları şunları ‘NEDEN YAPTIN’ mı diyecek?  Böyle bir şey olabilir mi? Kendimizi kandırmayalım. Allah, bizlerin neyi yapacağımızı yazan değil, yarattığı biz kulların; neyi, nasıl, nerede, ne zaman, yapacağımızı önceden görendir, bilendir.  

Yüce Rabb’imiz iman ettiğimiz Kitabında bizlere emreder… “Öldürmeyeceksin” der. Yasakladığı bir emri kulunun kaderine, alnına   “öldüreceksin” diye yazar mı? Hesap günü de ‘öldüreceksin’ dediği kuluna “neden öldürdün?” diye sorar mı? Sizce de böyle bir şey olabilir mi?

Örneklere devam edersek,  sabahleyin işe gidip gitmemek tamamen bizim kararımızdır. Arabayla ya da yürüyerek gitmek tamamen bizim özgür irademizle olur. Traş olup olmamak, başımızı örtmek örtmemek, hepsi bizim kararlarımızdır. Annelerimizin, babalarımızın,büyüklerimizin  verdiği kararlara uymak/uymamak da bizlerin verdiği kararlardır. Olmayacak bir emre itaat ya da itaatsizlik de bizlerin hür iradelerimize göre verilmiş kararlardır.

Biz istemiyorsak kimse  bize ‘zorla’ yaptıramaz!..

Yüce Allah daha başlangıçta bizi hür bırakmış, kararları kendimizin vermesini istemiştir. ‘Seçimini yap’ demiştir. Ve hesap günü bizler yaptığımız bu seçimlerden sorgulanacağız.

Yüce Rabb’imiz bizim Kur’andan sorgulanacağımızı söylüyor Zuhruf Suresi 44. Ayetinde. Yani iman ettiğimiz Kitabımızın ‘yapın’/’yapmayın’ dediklerinden. Yapıp yapmamakta da bizleri özgür bırakıyor. Hatta dinimizi seçmede dahi özgürüz. Diyor ki Yüce Allah Bakara Suresi 256. ayetinde; “Dinde zorlama yoktur.” Bu seçimde bile bizleri özgür irademize bırakıyor.  İnanıp/inanmama, iman edip/etmeme kararı  tamamen bizim…

Yüce Allah’ın bizleri özgür bıraktığı, hür irademizle bizlerin karar verdiğimiz/vereceğimiz  Kur’andaki bazı konuları hatırlayalım.

İnanmak ya da inanmamak!.. Tamamen kendi seçimimiz..

İman ettiğimiz Kitabı okuruz  ya da okumayız! Tamamen kendi seçimimiz.

Yüce Allah’ın ‘peşlerine takılmayın’ dediği velilerin peşinden gitmek yada gitmemek

tamamen kendi  seçimimiz.

Namazımızı kılarız ya da kılmayız! Tamamen kendi  seçimimiz.

Kur’anın emirlerine uyacağız!.. Uymuyorsak tamamen kendi  seçimimiz.

Çalmayacacağız!.. Çalıyorsak tamamen kendi  seçimimiz.

Çalanlara göz yummayacağız!.. Göz yumuyorsak tamamen kendi  seçimimiz.

Öldürmek ya da öldürmemek. Tamamen kendi seçimimiz.

Zina yapıp yapmamak da tamamen kendi  seçimimiz.

Adaleti gözetip kollayacağız!.. Gözetmiyor, kollamıyorsak tamamen kendi  seçimimiz.

Yetim hakkını koruyacağız!.. Korumuyorsak tamamen kendi  seçimimiz.

Adaletsizliğe göz yumup yummakta tamamen bizim kararımız.

Bile bile helâle haram karıştırıyorsak o da tamamen kendi  seçimimiz.

Annemize, babamıza iyi davranmıyorsak tamamen kendi  seçimimiz.

Komşularımıza iyi davranmıyor, mallarına göz dikmişsek tamamen kendi  seçimimiz.

Doğru yolu seçip seçmemek de tamamen kendi  seçimimiz.

Şeytana uymayacağız!.. Şayet uyuyorsak tamamen kendi  seçimimiz.

Allah şirke bulaşmayın. Asla affetmem diyor. Bulaşıp bulaşmamak tamamen kendi  seçimimiz.

Hesap günü sorgulanacağımız Kitabımız Kur’anda daha öylesine önemli konular var ki… İman ettiğimiz ve hesap günü sorgulanacağımız Kur’an-ı Kerimi okuyup anlayıp kararlarımızı ona göre vermemiz gerekir. Yeter ki ibret alıp, kendimize gelelim. “Kaderim böyleymiş”, “Alın yazım böyleymiş”, “Allah yazımı böyle yazmış” gibi cümleleri bırakalım, şeytana sırtımızı dönerek aklımızı kullanalım ve yol yakın, süre kısalmışken doğru yolu bulmaya çalışalım. Sakın ola ki beni,  annem/babam, büyüklerim zorladı gibi bahanelerin arkasına sığınmayın. Onların kararına uymak da sizin kararınızdır.

Unutmayalım!.. Bu yazıyı okuduktan sonra  dahi  yukarıda yazdıklarımı yapıp/yapmama konusundaki kararı yine sizler vereceksiniz. Çünkü ALLAH HER KULUNU ÖZGÜR YARATMIŞTIR…

Selam ve Dua ile,

Fikret ARMAN

İMANSIZ – ATEİST…

 

Cami çıkışı karşılaşmıştık Hüseyin amcayla. Sevgiyle yaklaştı yanıma…

-Selamüaleyküm Rıfat oğlum… Allah kabul etsin… Sen caminin yolunu bilir miydin?

-İlk ve son diyelim Hüseyin emmi… İlk ve son!

-Neden öyle diyorsun oğlum? Cami kötü bir yer mi? Neden gelmeyecek mişsin?

-…

-Sana diyorum Rıfat oğlum. Neden camiye gelmezmişsin? Cami kötü bir yer mi?

-Tabii ki çok güzel bir yer emmi. Ama!..

-Aması ne? Okumuş akıllı adamsın. Müslüman değil misin? Burası herkese açık.

-Zaten herkese açık olduğunu bildiğim için buradayım. Ama bu cami bana göre değil emmi!.. Kimin ne yapmak istediğini anlamış değilim. Beni biraz olsun bilirsin Hüseyin emmi… Mahalledeki adım ‘İmansız’. Çarşıda da ‘Ateist’ diyorlar… Neden biliyor musun? Camiye gitmediğim için!

Oysa bu güne kadar beni kötü bir olayın içinde gören oldu mu? Herkese sevgiyle yaklaştım. Herkese yardım etmeye çalıştım. Bütün kötü fiillerden uzak durdum. Kimsenin parasında pulunda, karısında kızında gözüm olmadı. Sürekli haramdan kaçtım, en ufak haramda bile gözüm olmadı. Komşumuz Bahriye teyzenin dut ağacına bile ondan habersiz çıkmadım. O sizin bahçedeki çok sevdiğim ekmek ayvasından da senden izin alarak almadım mı Hüseyin emmi?

-Bilirim evlat bilirim.

-Mahalledeki ve kasabadakilere göre tek suçum camiye gitmemek!

-Sadece o değil Rıfat oğlum. Elinden İncili, Tevratı düşürmüyor muşsun.

-…

-Sırıtma öyle!.. Yanlış mı söylüyorlar?

-Doğru söylüyorlar Hüseyin emmim. Kur’anı Kerime göre ben hepsine iman ettim. Ama eksik söylüyorlar. Benim Kur’an okuduğumu da söylüyorlar mı? He söylüyorlar mı?

-…

-Söyleyemezler emmi, söyleyemezler!.. Benim Kur’anı da okuduğumu söylemeleri işlerine gelmez! Onlar ‘Müslüman’!.. Ama onların bilmediği Kitabı ben onlardan çok ama çok daha iyi biliyorum. Onun için benim Kur’anı da okuduğumu söyleyemezler!

-Bu yaptıklarının hepsi çok güzel de camiye neden gelmeyecekmişsin?

-…

-Bak, yine sırıtıyorsun.

-Bağışla Hüseyin emmi. Kur’anı Kerim’in Hucurat Suresinin 12. Ayetinde “İnsanların arkasından konuşmayın” diye emreder Allah. Ama ben isimlerini söyleyeceklerimin yüzlerine karşı da konuştuğum için söylememde sakınca yok. Bizim mahallenin bakkalı Yakup emmi!.. Belediyeciler,  terazisinin büyük kefesinin altında 50 gramlık ağırlığı yapıştırılmış halde buldular. Yani her tartıda vatandaştan 50 gram çalıyor.

-Yanlış yapmış!..

-Ama her gün beş vakit camide! Sonra belediyedeki Yahya abi!.. Rüşvet almış, kanıtlandı. Ama birileri yargılanmasını, cezasını çekmesini istemediği için engelledi. Şimdi rüşvet alan da torpil yapıp engelleyen de camide yan yana namaz kılıyorlar.

-…

-Sonra inşaatçı Cemalettin emmi. Yasalara uygun olmayan malzemeler kullandığı için inşaatı mühürlendi. Mahkeme kararından sonra yıkılacak. Diğer inşaatlarınında durumu aynı, ama Cemalettin emmi beş vakit camide!.. Allah’a ne diyor merak ediyorum. Tövbe mi ediyor, yoksa Allah’ı (haşa) kandırmaya mı çalışıyor bilemiyorum.

-Haklısın evlat!..

-Hangi birisinden bahsedeyim Hüseyin emmi? Camide gördüklerimin bir çoğunun İslamiyetle ilgisi yok! Benim bunlarla aynı camide ne işim var? Hepsi benim büyüklerim, kardeşlerim… Onlar ‘Müslüman’ olarak kalsın… Ben de anlara göre ‘İmansız’, ‘Ateist’ olarak kalayım. Onlara göre benim yerim belli! Cehennem!.. Onların hangisi cennete gidecek merak ediyorum. Sence bu camiden Cennet yolcusu çıkar mı Hüseyin emmi?

-…

-Kusura bakma Hüseyin emmi. Bu söylediklerimle seni üzmek istemedim. Ateizm bana göre değil! Söylediklerimi de ateizmi övmek, haşa camiyi karalamak için söylemedim. Yanlış anlama. Ben inancımı kendi içimde yaşıyorum. Yaşadıklarım Allah ile benim aramda. Söylediklerim İslamiyetin asla böyle bir din olmadığıdır. İman ettiği Kitaptan habersiz, inandığı dininden habersiz, ALLAH’tan habersiz insanlarla aynı havayı solumam zor. Onlarla aynı camide olamam! Kal sağlıcakla…

En doğrusunu Allah bilir.

Selam ve Dua ile,

Fikret ARMAN

KİMSİN  SEN?..

Yolcular1

“Peygamberimize itaat edeceksek, Yüce ALLAH’ın O’na “yapma” dediği hiçbir şeyi bizler de yapmamalıyız!..”

İstasyonda duran trenin  vagonlarını dolaşarak etrafı kolaçan ediyor, oruç tutmayanları  trenden aşağıya indiriyorsun!..  Üstelik bunu;  Allah için, din(!) adına yaptığını söylüyorsun.  Soruyorum!.. Bunu hangi din adına yapıyorsun?  Allah’ın dini adına yaptığını söyleyeceksen hiç zahmet edip boşuna yalan söyleme!.. Yüce Allah’ın dininde böyle bir uygulama yok.

Sen gerçekten inanan birisi olsaydın önce iman ettiğin Kitabının ne dediğini, Allah’ın senden ne istediğini bilirdin. Ama senin, Allah’ın senden ne istediğinden bile haberin yok!.. Önce OKUYACAKSIN! Yüce Rab’bin sana, kendisine teslim olan inananlara ne demiş?  Neleri yapacak, neleri yapmayacaksın? Önce bunları öğreneceksin. Ondan sonra ne yaparsan yap kardeşim!.. Hesabını verecek olan sensin. Ama önce Kitabını okuyup, anlayacaksın!..

Öncelikle şu hatırlatmayı yapmam gerekiyor.

Bakara Suresi 256. Ayet: Dinde zorlama yoktur. Çünkü doğruluk, sapıklıktan ayırt edilmiştir. Artık her kim tâğutu inkar edip, Allah’a inanırsa, sağlam bir kulpa yapışmıştır ki, o hiçbir zaman kopmaz. Allah, her şeyi işitir ve bilir.

Yüce Rab’bimizin arapça karşılığı “İslâmiyet” olan ‘YALNIZCA ALLAH’A TESLİM OLMAK’ dininde zorlama olmadığını, yarattığı bütün kullarının inancını seçmede ve yaşamda tamamen özgür olduğunu söyledikten sonra asıl konuya girelim.

Neyi konuşuyorduk? Seyahat eden insanları ‘oruç tutmadıkları’ gerekçesiyle trenden indirmenizi konuşuyorduk…

Birincisi; Ülkemizde yaşayan bu insanlarımızın bazıları Müslüman olmayabilir!.. Onlar da tıpkı bizler gibi Allah’a teslim olmuş, ama Kitapları ve Peygamberleri farklı inananlar olabilir. Onlar Ramazan ayında oruç tutmak zorunda değillerdir… Öyle değil mi?

İkincisi; Onlar zaten seyahat halindeler… O gibi durumlarda oruç tutmamaları Allah’ın dininde normal… Hatta, onlardan bazıları hasta olduğu ve ilaç içmek zorunda olduğu için oruç tutmuyor olabilir. Allah’ın dininde bu da normal… Öyle değil mi?

Üçüncüsü ve en önemlisi…  İman ettiğiniz Kitaptan haberiniz olmadığı için bilmiyorsunuz ve farkında dahi değilsiniz!.. Yüce Allah sizin yaptığınız eylemle ilgili yetkiyi Elçisi/Peygamberimiz Muhammed’e bile vermemiş iken sizler kim oluyorsunuz?

Bakın, Yüce Rab’bimiz bizlere neleri emrediyor, hatırlatıyor? Kısaca bir göz atalım.

Gaşiye Suresi 88/21…26 ayetler: “Haydi öğüt ver; sen şimdi sırf bir öğütçüsün. Onların üzerinde bir zorba değilsin. Ancak kim yüz çevirir ve kâfir olursa, Allah ona en büyük azap ile azap edecek. Kuşkusuz onlar döne dolaşa bize gelecekler. Sonra da bize hesap verecekler.”

Kaf Suresi 45. Ayet: Biz onların söylediklerini daha iyi biliriz. Sen onlara karşı zor kullanacak değilsin. O halde sen, benim tehdidimden korkanlara bu Kur’ân ile öğüt ver.”

Şura Suresi 48. Ayet: Ey Muhammed! Eğer onlar yüz çevirirlerse bilsinler ki, biz seni onların üzerine bir bekçi olarak göndermedik. Sana düşen sadece tebliğdir. Gerçekten biz insana tarafımızdan bir rahmet tattırırsak ona sevinir, ama elleriyle yaptıkları yüzünden kendilerine bir kötülük isabet ederse, o zaman görürsün ki insan çok nankördür.”

İlgili ayetlerden sadece birkaç tanesini yazdım… Yukarıdaki ayetlerden de anlıyoruz ki, Yüce Rab’bimiz Peygamberine dahi öyle bir yetki vermemiştir. Peygamberine verdiği yetki ve asli görevi hatırlatılarak sadece ve sadece   “Kur’an ile öğüt ver.”  emredilmiştir. Bunun dışında, inanmayanlarla ilgili hesabı kendisinin göreceğini söylüyor…

Öyleyse bizler neden Peygamberimizi örnek almıyoruz?

Hani biz inananlar Peygamberimize itaat edecektik? Neden bizler de Peygamberimiz gibi yapıp onlara Kur’anı hatırlatmıyoruz da zulmediyoruz? Kitabımız her şeyi böylesine açıklıyor iken!..

Sahi, kimsin sen?

En doğrusunu ALLAH bilir.

Selam ve Dua ile,

Fikret ARMAN

 

Kur’an, Duvara Asmak İçin mi Vahyedildi?

Kur'an

İman ettiğimiz ve Peygamberimiz Hz. Muhammed’in “Allah sözleridir” diyerek biz insanlara tebliğ ve emanet ettiği kitaptır Kuran.

Evet… İman ettiğimiz, ancak, içinde ne olduğunu çoğumuzun bilmediği bir Kitap. Hiç okumadığımız ya da okumuş olmak için, sevap kazanmak (!) için anlamasak da arapça okuduğumuz fakat çoğumuzun anlamadığı bir Kitap.

Kutsal olduğu için sarıp sarmalayarak kimse dokunmasın diye duvarlara astığımız, abdestsiz dokunmanın bile günah (!) sayıldığı bir Kitap.

Kitabı okumadığı için anlamayan fakat inanan/iman eden kardeşlerimle paylaşmak istiyorum. Yüce Rabbimiz, neden bir Elçi/Peygamber görevlendirsin de 23 yıl süren bir zaman içerisinde bizlere bir Kitap göndersin? Neden? İnsanlar için 23 yılda tamamlanan bir kitap önemsiz olabilir mi? Bizler çoğumuz “iman ettik” dedik ama Kitabın içindekilerden haberimiz yok. Bu çelişki değil mi? Bir insanın okumayıp anlamadığı, içindekilerden haberinin olmadığı bir Kitaba iman etmesi ne kadar inandırıcı?

Hiç düşünmüyor muyuz? Teslim olduğumuz Allah tarafından 23 yılda tamamlanan ve Peygamberimiz tarafından 23 yılda tebliğ edilen bir Kitap duvara asmak için mi indirildi? Bu sorunun cevabını o Kitabı okuyup anladığımızda buluyor ve Yüce Rabbimize  şükrediyoruz.

Ben bu yazımda sizlere iman ettiğim Kuran’dan sadece üç ayet yazacağım ve yapmamız gerekeni sizlerin tercihine bırakacağım. Yüce Allah, yüzlerce ayetinde Kur’an-ı Kerim’in ne olduğundan söz etmektedir. Bunlardan sadece bir tanesini yazıyorum.

Yunus Suresi 57. Ayet: “Ey insanlar! İşte, size Rabbinizden bir öğüt, gönüller derdine bir şifa, inananlara bir kılavuz ve bir rahmet geldi.”

Ayette Yüce Rabbimiz biz insanlara sesleniyor.

Eğer bizler Allah’a teslim olanlardan isek ve gerçekten O’nun bizlere gönderdiği Kitabına iman ettiysek bu ayeti çok iyi anlamalıyız. Onun için de iman ettiğimiz Kitabı mutlaka ve mutlaka okumalı ve anlamalıyız. Okuyup anladıktan sonra gerçek dini fark edecek ve doğru yolu O’nun kitabında yani Kuran’da bulacağız.

Yukarıdaki ayetin mealini elliye yakın din adamımızın çevirilerinden toparladığım zaman, çıkan sonuç;

Kuran, öğüttür.
Kuran, hasta gönüllere Şifadır.
Kuran, hidayet/kurtuluş kaynağıdır.
Kuran, rehber, kılavuzdur, doğru yolu göstericidir.
Kuran, rahmettir.

Allah’a teslim olan ve iman edenler isek, iman ettiğimiz Kitabı mutlaka okuyup anlayacağız. Göreceğiz ki, Allah’ın bizlere emirleri / öğütleri ondadır. Bileceğiz ki, hasta gönüllerimizin şifasını yalnızca onda bulacağız. Yalnız Kuran’ı okuyarak, anlayarak, O’nun yolundan giderek hidayete/kurtuluşa ereceğimizi artık bileceğiz. Nefes aldığımız bu dünyadaki hal ve hareketlerimizin en doğrusunun Kuran’da yazdığını göreceğiz. Allah’ın doğru yoluna giden kitabın Kuran olduğunu göreceğiz. Yalnızca rahmeti sonsuz Allah’ın merhametine sığınmamız gerektiğini, bizlerde merhametli olmayı öğreneceğiz.

Yukarıda dediğim gibi yazımın diğer iki ayetini de yazıyorum.

Zuhruf Suresi 43-44. Ayetler: “Sen, sana vahyedilene sımsıkı sarıl! Hiç kuşkusuz, sen, dosdoğru bir yol üzerindesin. Gerçek şu: Bu Kuran, sana ve toplumuna elbette ki bir hatırlatıcı/bir düşündürücü/bir şeref/bir öğüttür. Bundan sorumlu tutulacaksınız.”

Demek ki neymiş? “Yalnız Kuran’dan sorumlu tutulacağız.”

Sonuç olarak, yaklaşık 1400 yıl önce, biz insanlara Allah’ın Kitabını tebliğ eden Peygamberimiz, bugün de sanki aramızda dolaşıyormuş gibi, dün akşamüstü bizim sokakta Allah’ın ayetlerini tebliğ ediyormuş gibi ve iman ettiğimiz kitabımız Kuran sanki bugün inmiş, hiç haberimiz yokmuş gibi onu tekrar tekrar okuyup anlayalım ve Yüce Rabbimizin emirlerini / öğütlerini ilk ve tek elden öğrenelim, doğru yola koyulalım.

En doğrusunu Allah bilir.

Selam ve dua ile.

Fikret ARMAN

ALLAH’IN İNDİRDİĞİNE UYMAYANLAR…

“Şeytanın yolunu terkedelim…”

Печать

“Gözünüzü açıp kendinize gelin! Arı-duru din yalnız ve yalnız Allah’ındır! O’nun yanında birilerini daha veliler edinerek, “Biz onlara, bizi Allah’a yaklaştırmaları dışında bir şey için kulluk etmiyoruz.” diyenlere gelince, hiç kuşkusuz, Allah onlar arasında, tartışıp durdukları konuyla ilgili hükmü verecektir. Şu bir gerçek ki, Allah, yalancı ve nankör kişiyi iyiye ve güzele kılavuzlamaz.”

Böyle emrediyor Yüce Rab’bimiz Zümer Suresi 3. Ayetinde… O’nun yanında birilerini daha dost edinip, onlara kulluk etmeyin diyor.

Yüce Allah diyor da, bizler bunu becerebiliyor muyuz?

Kul icadı bazı kaynaklar, Peygamberimizin Mekke ve Medine halkına Kur’an dışında da bir çok tebliğinin olduğunu söylüyor ve muhaddisler tarafından söylenen çoğu rivayetleri/ hadisleri güya bu tebliğlere dayandırıyorlar. Ve “Müslümanım” diyen pek çok kardeşimiz de bunların da Allah’tan olduğunu zannederek/düşünerek ataları gibi onlarda bu rivayetlerin peşlerinden gidiyorlar.

Yüce Allah, bizleri onlarca ayetinde uyarıyor. Aklınızı kullanın… Yalnız size indirilene uyun… Velileri dost edinmeyin… Şeytanın dostu omayın!..” Allah’ın bu uyarılarını dikkate alıyor muyuz? Düşünüp, aklımızı kullansak belki dikkate alacağız, ama nerdeeee?

Bizlere bu ayetleri tebliğ eden Peygamberimiz ne diyor? “Ben yalnızca bana vahyolunana uyarım.” diyor birçok ayette. Yani, yalnızca Kur’an-ı Kerim’in yolundan gittiğini, yalnızca O’nun yap/yapma dediklerine uyduğunu söylüyor Peygamberimiz. Bugün sıra bizde… Bizlerde Peygamberimizin yolundan gidip Kur’ana uyalım… Ne dersiniz?

Yüce Rab’bimiz, Bakara suresi 170. Ayetinde bizleri uyarıyor… “Onlara, “Allah’ın indirdiğine uyun!” dendiğinde: “Hayır! Biz, atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye uyarız.” derler. Peki, ataları bir şeye akıl erdiremiyor, doğruya ve güzele ulaşamıyor idiyseler!…”

Yüce Allah böyle söylüyor da, “Elhamdülillah Müslümanım” diyen bizler, bugün dinimizi, Kur’an’dan habersiz, hâlâ atalarımızdan gördüklerimizle yaşıyoruz. Rivayetlerle… Hadislerle… Mübarek(!) üç aylarla… Mübarek(!) kandillerle… Bizler, Kur’anı okuyup, anlamadığımız için bunların Kur’an da olmadığını da bilmiyoruz. Ama, Peygamberimizin bize tebliğ etmediği, sözde diğer(!) kitabında bunların hepsi var(!) diyenlerin peşinden gitmeyi biliyoruz. Yani Kur’andan habersiz, atalarımızın izinden… Şimdi soruyorum. Bu yol doğru yol mu?

Oysa Yüce Rab’bim bu yoldan gidenler için bakın ne diyor.

Lokman Suresi 20-21. Ayet: Görmediniz mi, Allah, göklerde ve yerde bulunan şeyleri sizin emrinize verdi ve görünür-görünmez nimetlerini üstünüze saçtı. İnsanlardan öylesi var ki, Allah uğrunda ilimsiz, kılavuzsuz ve aydınlatıcı bir kitaba dayanmaksızın mücadele eder. Böylelerine, Allah’ın indirdiğine uyun dendiğinde şu cevabı verirler: “Hayır, biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye uyarız.” Peki, şeytan onları, alevli ateşin azabına çağırmış olsa da mı?”

Ayetin son cümlesini tekrar okuyalım… ” Peki, şeytan onları, alevli ateşin azabına çağırmış olsa da mı?”

Yüce Rab’bimiz, Kur’an’ı terketmiş ve yolunu şaşırmış, atalarının yaptıkları ile hareket eden bizleri  alevli ateşin azabıyla cezalandıracak!.. Neden şeytana uyuyoruz? Hala aklımızı kullanmayacak mıyız?

Tekrar tekrar düşünelim Kardeşlerim. Şeytanın yolunu terkedelim… Bir Müslümanın doğru yolunun, gerçek dininin, yalnız ve yalnız tek rehberi/kılavuzu olan Kur’anı Kerim’den geçtiğini asla unutmayalım.

Ne tebliğ etmişti Peygamberimiz Furkan Suresi 30. ayetinde?

“Resul de şöyle der: “Ey Rabbim, benim toplumum, bu Kur’an’ı terk edilmiş/dışlanmış halde tuttular.”

Hani Peygamberimizi yüceltmek için sayısız salavatlar getiriyoruz ya, işte onları terkedip, Peygamberimizi gerçekten yüceltmenin, O’nun yaptığı gibi yalnız ve yalnız Kur’ana uymak olduğunu, doğru yolun ise Kur’andan geçtiğini unutmayalım…

En doğrusunu ALLAH bilir…

Selam ve Dua ile,

Fikret ARMAN

SANA  NE  BUHARİDEN, TIRMIZÎDEN ?..

Davet

Yüce Rab’bin sana “OKU ve ANLA” diye emretti… Okuyup anladıysan mesele yok.

Yüce Rab’bin sana “düşün, aklını kullan” diye emretti… Düşünüp anladıysan ve aklını kullandıysan sorun değil.

Sonra sana dedi ki “Elçime itaat et… Elçime itaat bana itaat etmektir.” dedi. Sen de Elçiye itaat ettin mi? Hani Elçi diyordu ya “Ben yalnız bana vahyolunana uyarım.” Hah işte o… Elçinin yaptığı gibi sen de sana tebliğ edilene uydun mu?.. Öyleyse tamamdır. Sorun yok.

Elçinin “Yalnız bana vahyolunana uyarım.” dediği Kur’anda Yüce Allah ne diyordu? ”Namazı zamanında ve dosdoğru kıl.” Sen de namazını zamanında ve dosdoğru kıldıysan, kaza, maza aramadıysan sıkıntı yok.

Orucunu da Elçinin sana tebliğ ettiği gibi tuttun mu? Öyleyse sana ne Buharinin ne dediğinden?

Yüce Allah’ın Kitabında sana söylediği “bunları yap/yapma” emirlerine aynen uydun mu?

Yüce Allah’ın Kitabında sana söylediği “bunlar helal, bunlar haram” dediklerini biliyor ve dikkat ediyor musun?

Yüce Allah’ın Kitabında sana söylediği “bunlardan sakın!” uyarılarına harfiyen uyuyor, başta büyük günahlar olmak üzere zinadan, içki, kumar ve benzeri kötü alışkanlıklardan sakınıyor musun?

Yüce Allah’ın Kitabında sana emrettiği gibi yetimin malını ve haklarını kolluyor musun?

Adaleti gözetiyor musun? Ölçüde, tartıda doğruyu yapıyor musun?

Akrabaya verdiysen, fakiri gözetip yolda kalmışa yadım ettiysen, sana ne Tırmızinin ne dediğinden?

Yalan söylemiyorsan, anne ve babana iyi davranıyorsan, onları hiç üzmüyorsan, komşunu çekiştirmiyorsan, kimsenin arkasından konuşmuyorsan, dedikodu nedir bilmiyorsan hiç üzülme. Yüce Rab’binin emrettiği gibi, yalnızca Kur’anın ipine sarılıp, velilerin peşine takılmamışsan, yatırlara gidip onlara yakarmamışsan ne mutlu sana…

Hele hele O’nun yanında bir takım kişileri/putları ilah edinmemişsen hiç korkma Kardeşim… Yüce Allah seninledir. Kur’anın izinden gidip, bütün bunları Yüce Allah’ın emrettiği gibi yapıyorsan; sana ne Buhariden, sana ne Tırmıziden?

Sen, Rab’binin emrettiği şekilde zekatını verip, muhtaçları sevindiriyorsan, yetimin başını okşayıp onları da mutlu ediyorsan, bil ki, Yüce Allah’ın iyi kullarındansın.

Elçiyi/Peygamberi, Yüce Allah’ın emrettiği şekilde, ölçüyü kaçırmadan, haddini bilerek sevip yüceltmişsen, Peygamberler arasında hiçbirisini diğerlerinden ayırmamışsan (Bakara Suresi 2/285 ayet ve Nisa Suresi 4/152 ayet) ne mutlu sana… Senin ödülünü Yüce Allah vereceğini söylüyor.

Ömür denen şu kısacık hayatta iyi insan olmaya çalışmış ve bunu başarmışsan, güzel işler yapmışsan hiç canını sıkma… Cennetin kapıları sana açılacaktır.

Şimdi iyi dinle;

Rehberi, kılavuzu Kur’an olan sen biliyorsun ki,  senin Peygamberin gerçekten bir şey söylemişse o söz, Peygamberin nefesinden bizlere tebliğ ettiği Kur’ana aykırı olamaz ve doğrudur. Onun için Buhari, Tırmızi ve diğerleri ne anlatırlarsa anlatsınlar… Sen sakın elindeki Rehberi bırakma!..

Yüce Kitabımızda emredilen fiilleri en iyi şekilde uygulayan kul da olsan seni doğru yoldan döndürmeye çalışanlar olacaktır. Sana Elçinin/Peygamberin ahlâkından bahsedip, “İyi de, Peygamberimizin ahlâkını öğrenip, O’nun izinden gitmeyelim mi?” sorusunu haklı gibi sana soracaklardır.

Onlara de ki; “Tabii ki Peygamberimizin ahlâkı çok önemlidir… Yüce Allah’ın elçisi/Peygamberi ahlâkını Kur’andan almış ve dünya hayatını Kur’an ahlâkı ile bütünleştirerek yaşamıştır. O’nun kılavuzu/rehberi  yalnızca Kur’an olmuştur… Ayrıca “Ben yalnız bana vahyolunana uyarım.” diyen Peygamberim, Kur’anda emredilenlerin aksine bir eylem yapmaz.” Onun için bana ne Buhariden? Bana ne Tırmıziden? Bana ne diğerlerinden!.. Yüce Allah’ın sözlerinin yanında onların sözü mü olur?”

Ve sen Kardeşim,

Yüce Allah’ın Elçisi/Peygamberini, o Peygamberin yaşamış 10 nesil sonrası yakınını, sahabeyi dahi görmemiş, onlarla konuşmamış olan, ancak sözlerine tapılan  Buhariyi, Tırmıziyi ve diğerleri muhaddisleri, onların izinden giden hayranlarına bırakıp, Yüce Allah’ın Kitabı ve sözleri olan Kur’anın ipine sıkı sıkı sarıl ve yalnız O’na göre yaşa… Cennet senin ve senin gibilerle dolacaktır.

Düşün ve aklını kullan… Cehennem yakıtı olma!..

En doğrusunu Allah bilir.

Selam ve Dua ile,

Fikret ARMAN

“SİZİN  DİNİNİZ  SİZE,  BENİM DİNİM BANA.”

Rab’bine;  “Beni doğru yoldan ayırma Ya Rab’bim.” diye dua ediyorsan, öncelikle  doğru yolda olacaksın…

Kur'an

Öncelikle yazımın başlığı olan ayetin de bulunduğu  Kâfirun Suresini yazıyorum.

İyiliği sonsuz, merhameti bol Allah’ın adıyla…
1. De ki: “Ey nankör kâfirler!
2. Kulluk etmem sizin kulluk ettiğinize.
3. Siz de ibadet etmezsiniz benim ibadet ettiğime.
4. Kul değilim sizin taptığınıza,
5. Ve ibadet edenler değilsiniz benim ibadet ettiğime.
6. Sizin dininiz size, benim dinim bana!”

*

Yüce Allah, biz iman edenler için indirdiği Kitabında, onlarca ayetinde bizlere emrediyor… “Oku, anla, ibret al, düşün ve aklını kullan!..” İlk inen ayette (Alak Suresi 1. Ayet)  “İkra (Oku)…” emriyle okumamızı ve anlamamızı emrediyor. İman ettiğimiz Kitabımızı okuyup anlamak, dersler çıkarıp ibret almak, düşünüp aklımızı kullanarak doğru olanı yapmak… Öncelikli yapmamız gerekenler bunlar değil mi? Dinimizi neden iman ettiğimiz Kitabımızdan öğrenmiyoruz? Örneğin; orucun ne olduğunu, orucumuzu bozarsak ne olacağını, doğrusunu neden Kitabımızdan öğrenmiyoruz? Neden Kitabımızda olmayan, “Orucunu bozarsan, her gün için  60 gün oruç tutacaksın!..” denilen uydurulan bir cezaya çarptırılacağım? Bu cezayı kim veriyor diye sorgulamayacak mıyım?

Din adamları, din büyükleri, hacı, hoca dediklerimiz bakın nasıl düşünüyor!.. Onlar, “Ben Kitabımı okuyup anlamak istiyorum.” diyen inananlara; “O’nu sizler anlayamazsınız!.. O’nu yalnızca alimler anlar.” diyerek insanlarımızı okuyup anlamaktan, dinlerini öğrenmekten uzaklaştırmaktadırlar. Bir bakıma inanan kardeşlerimizi din konusunda kendilerine mahkum etmektedirler.

Dinini öğrenmek, iman ettiği Kitabı okuyup anlamak isteyen inananları boş ve yalan sözlerle engelleyenlere diyorum ki;

“Sizin dininiz size, benim dinim bana.”

*

“Bana Kur’an yeter.” dediğimde “Peygamberimizin sünneti olmadan olmaz!” diyor Ülkemdeki din adına söz sahibi(!) olan en üst kuruluş ve ulema!.. Diyorlar ki; “Peygamberimizin sünneti olmazsa din ve iman olmaz!.. Olursa da eksik olur!” Bu cümleyi ve benzerlerini söyleyenler, güya Peygamberimizi yücelttiklerini, O’nun izinden gitmek istedikleri için sünnetsiz olmaz diyorlarmış. Sünnetsiz olur mu, olmaz mı? İsterseniz bu soruyu Peygamberimize ve iman ettiğimiz Kitabımıza soralım… Ne dersiniz?

Allah’ın Elçisi Peygamberimiz diyor ki;

“… Yalnız bana vahyedilene uyarım ben!” (Enam Suresi 50. Ayet)

“… Ben sadece bana vahyolunana uyuyorum.” (Yunus Suresi 15. Ayet)

“… Ben sadece Rab’bimden bana vahyedilene uyuyorum.” (A’raf Suresi 203. Ayet)

Peygamberimizin yaptığını yapmak, O’nun izinden yürümek isteyen kardeşlerime söylüyorum… Ne duruyorsunuz? Siz de Peygamberimizin yaptığını yapın ve O’nun yolundan gidin. Yalnızca Kur’ana uyun!.. Yapabiliyor musunuz?

Şimdi de Yüce Rab’bimiz Kitabında ne diyor bir de O’na bakalım.

“Rab’binizden size indirilene uyun; O’nun berisinden bir takım velilerin ardına düşmeyin! Siz ne kadar da az öğüt alıyorsunuz!” (A’raf Suresi 3. Ayet)

“Gözünüzü açıp kendinize gelin! Arı-duru din yalnız ve yalnız Allah’ındır! O’ndan başkasını veliler edinerek, “biz onlara, bizi Allah’a yaklaştırmaları dışında bir şey için kulluk etmiyoruz.” diyenlere gelince, hiç kuşkusuz Allah onlar arasında, tartışıp durdukları konuyla ilgili hükmü verecektir. Şu bir gerçek ki, Allah, yalancı ve nankör kişiyi iyiye ve güzele kılavuzlamaz.” (Zümer Suresi 3. Ayet)

“Hep birlikte Allah’ın ipine sıkı sıkı sarılın. …” (Ali-İmran Suresi 103. Ayet)

İşte bunlar, Allah’ın ayetleridir ki, onları sana hak olarak okuyoruz. Hal böyle iken Allah’tan ve onun ayetlerinden sonra hangi hadise/söze inanıyorlar?!” (Casiye Suresi 6. Ayet)

Benim Peygamberim sadece kendisine vahyolunana uymuş. Allah’ın Sünnetullahının dışında başka sözlere (hadislere) gerek duymamış. Peygamberimin sünneti; “sadece O’na uyarım” dediği Kur’an-ı Kerim’dir. Ben de tıpkı Peygamberim gibi yapıyor, sadece bana tebliğ edilene uyuyorum. Kur’an’ın birçok ayetinde emredildiği gibi “Peygambere itaat Allah’a itaat demektir.” cümlesi yalnız ve yalnız Kur’ana itaat demektir.

Yalnızca kendisine vahyolunan Kur’ana uyduğunu söyleyen Peygamberimiz Kur’an dışı, Kur’ana uymayan sözler söyler mi? Şayet, Peygamberimiz Kur’ana uymayan sözler de söylemiştir diyorsanız kusura bakmayın…

“Sizin dininiz size, benim dinim bana.”

*

Yüce Rab’bim Kitabında abdesti ve vakitleriyle namazı 5-10 ayette bizler için yazmış. Ama din alimleri(!), Allah’ın bu yazdıkları ile yetinmemiş, kendilerini (haşa) Allah’ın yerine koyarak abdesti ve namazları farz/sünnet ve diğer isimler altında ayırabildikleri kadar ayırmışlar, çeşitli isimler altında onlarca namaz uydurmuşlar ve Allah’ın arı-saf-duru dinini bozabildikleri kadar bozmuşlardır. İşte bu yüzden ben yeni bir din(!) uyduranlara ve uydurulan bu dinin  peşinden giderek, Allah’ın namazlarının dışında uydurulan namazları kılanlara  diyorum ki;

Allah Kitabında olmayan bu namazları Peygamberimiz de kılıyordu diyorsanız;

 “Sizin dininiz size, benim dinim bana.”

*

Yüce Rab’bim diyor ki;

“Hiç kuşkusuz, mescitler/secdeler Allah içindir. O halde, Allah ile birlikte bir başkasına yakarmayın/Allah’ın yanında bir başkası için çağrıda bulunmayın.” (Cin Suresi 18. Ayet)

“Bunlar Peygamberimizdendir.” diyerek; kandiller, mevlitler icat ederek sadece Allah için olan mescitlerde Allah’ın Kitabında olmayan bu mübarek(!) kutlamaları din(!) adına yapanlara diyorum ki;

Peygamberimiz sadece Kur’ana uydu… Allah’ın Kitabı Kur’anda ise ne kandiller var ne de mevlitler… Şayet sizler, Allah Kitabında olmayan kandilleri, mevlitleri  Peygamberimiz de kutlamış, Peygamberimizde yaşamış diyorsanız;

“Sizin dininiz size, benim dinim bana.”

*

Rab’bimiz Allah, birçok ayetinde biz inananları uyarıyor…

“Hep birlikte Allah’ın ipine yapışın, fırkalara bölünüp parçalanmayın; Allah’ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın.Birbirinizin düşmanı idiniz, Allah kalplerinizi uzlaştırıp kaynaştırdı da O’nun nimeti sayesinde kardeşler haline geldiniz.Ateşten bir çukurun kenarında idiniz; sizi oradan kurtardı.Allah size ayetlerini bu şekilde açıklıyor ki, doğruya ve güzele yol bulasınız.” (Ali İmran Suresi 103. Ayet)

“Dinlerini parça parça edip fırkalara, hiziplere bölünenler var ya, senin onlarla hiçbir ilişiğin yoktur. Onların işi Allah’a kalmıştır. Allah onlara, yapıp ettiklerini haber verecektir.” (Enam Suresi 159. Ayet)

Hergün kırk kez “Yalnız sana kulluk ederiz” diyerek çeşitli isimler altındaki mezheplerde, cemaatlerde, tarikatlarda boy gösteren, onların şeyhlerine, şıhlarına, kula  kulluk edenlere diyorum ki;

“Sizin dininiz size, benim dinim bana.”

*

Allah’ın arı-duru-saf dini için yazacak, söyleyecek o kadar çok şey var ki!.. Ben yine doğru bildiğimi söyleyeceğim… “Bana KUR’AN YETER.” diyerek  bir ayet ile noktayı koyacağım.

“Gerçek şu: Bu Kur’an sana ve toplumuna elbetteki bir hatırlatıcı/bir düşündürücü/bir şeref/bir öğüttür. Bundan sorumlu tutulacaksınız.” (Zühruf Suresi 44. Ayet)

En doğrusunu ALLAH bilir.

Selam ve Dua ile,

Fikret ARMAN

KADER – ALIN YAZISI

  Kader

İman ettiğimiz Kitabımız Kur’an-ı Kerimde kaderin ne demek olduğu açık-seçik yazsada Kur’anı okumayan bizler için fazla bir şey ifade etmez.

Günümüz  din inancının vazgeçilmez düşüncesidir “kader ve kadercilik”.  Başımıza gelen her şeyi kadere bağlarız… “Allah böyle yazmış!..” , “Kaderi böyleşmiş!..” gibi…

Öncelikle “kader” Kitabımızda nasıl anlatılıyor, ne demek isteniyor ona bakalım.

Kamer Suresi 49. Ayet: “Şu bir gerçek ki, biz her şeyi bir ölçüye göre/bir kaderle yarattık.”

Zuhruf Suresi 11. Ayet: “Gökten bir ölçüye bağlı olarak/bir kaderle su indirmiştir O. O suyla biz ölü bir beldeyi hayata kavuşturduk. İşte siz de böyle çıkarılacaksınız.”

Benzer birçok ayet var. Ayetleri incelediğimizde, kaderin, bir ölçü olduğunu anlamakta zorlanmıyoruz. Sonsuz evreni yaratmadaki  ölçüdür “kader”… Örnek vermek gerekirse; Ay Dünyanın etrafında dönerken Dünyanın da aynı zamanda Güneşin etrafında dönmesi. Dünyanın Güneş etrafındaki dönüşünü 365 gün 6 saatte tamamlaması gibi…

Sonsuz evrenin milyarca yıldız ve galaksiden oluşması ve bu galaksilerin belirli bir düzen ve ölçü içerisinde uzayda yer almasıdır “kader”…  Bu oluşum içerisinde, Dünyamızda görülen bulutların, şimşek ve gök gürültüsü, yıldırım ve diğer doğa olaylarının oluşmasıdır “kader”… Yağmurun yağmasıdır. Evrenin bir ölçü içerisinde yaratılmış olması ve doğa olaylarının tümü “kader” dir. .

Özetlersek, kader; evrenin, İlahi Yaratıcı tarafından ölçülü bir biçimde yaratılması ve bu ölçü içerisindeki hareketleridir.

*

Gelelim kaderin inanç yönüne… Pek çoğumuz buna “Alın yazısı” da diyoruz. Yani Yüce Allah’ın her kulu için ayrı ayrı yazdığı, doğumundan ölümüne kadar geçen süre için kula özel bir yazı.

Oysa hiç düşünmüyoruz…  Yüce Allah her kulu için bir yazı yazar ve  sonra, yazdığı yazı yüzünden o kulunu “Neden bunu böyle yaptın / yapmadın?” diye sorguya çeker mi? Böyle bir şey olabilir mi? Hesap günü sorguya çekilen kullar;  “Benim ne suçum var Yüce Rab’bim? Kaderim böyleymiş… Allah yazımı böyle yazmış.” derlerse ne olacak? Bu manadaki kader anlayışı mantık dışıdır.

Bugün ki inancımızda yer alan ”kader” ya da “alın yazısı”  kavramlarını çok iyi düşünmemiz gerek. Yüce Allah iman ettiğimiz Kitabımızda bizleri pek çok ayette uyarıyor ve bizlere emrediyor…

“Aklınızı kullanın.”

“Düşünüp aklınızı kullanın.”

“Hala aklınızı kullanmayacak mısınız?”

“İman ettim” dediği Kitaptan haberi olmayan bizler, aklımızı kullanmayıp, “kaderimiz böyleymiş” diye düşünür ve yaşarsak en büyük hatayı yapmış oluruz.

Aslında, kadere/alın yazısına ‘bilinçsizce’ inanırız ama gerçekte ‘kadere inanmadığımızı’ da bilinç dışı sergileriz. Şöyle örnekleyeyim…

3 yaşındaki küçük çocuğunu ‘oynasın’ diye deniz kıyısındaki dalgaların önüne bırakıp, sonra da ‘kaderinde varsa  boğulur’ diye düşünüp arkasını dönen ve ilgilenmeyen anne baba gördünüz mü?.. Göremezsiniz!.. Anne-babanın çocuğunu koruma altına alması, ona zarar gelmesini engellemeleri, Yüce Allah’ın o çocuk için yazdığı(!) alın yazısına karşı gelmelerinden değil, akıllarını kullanmalarındandır.

Bir örnek daha verelim…

Trafiktesiniz… Yaya olarak karşıya geçeceksiniz… Yayalara yeşil ışık yandığında dahi sağınıza/solunuza bakmadan karşıya geçmiyorsunuz!.. Yüce Allah’ın ‘aklınızı kullanın’ emrini düşünüp, dalgın bir sürücünün kazasına uğramamak için bilinçaltında kendinizi koruyorsunuz.  Yaptığınız budur… Yoksa, Yüce Allah’ın kaderine/alın yazısına(!) karşı çıkma gibi bir düşünceden değildir.

Konu ile ilgili olarak insanlarımız arasında şöyle bir düşünce de çıkıyor karşımıza…

“Ne yani!.. Yüce Allah ne olacağını bilmiyor mu?”

Tabii ki biliyor… O, her şeyi bilendir. Yüce Rab’bimiz, bizlerin ne yapacağımızı, yazdığı için değil, bizlerin ne yaptığımızı bildiği için her şeyi biliyor.  “Gaybı (geleceği) ancak O bilir.” Yüce Rab’bimiz yarattığı bütün canlılara akıllarını kullanarak seçimlerini özgürce yapma hakkı vermiştir. Bizler de farkında olarak/olmayarak tercihlerimizi her zaman kendimiz seçiyoruz.

Tekrar düşünelim… Madem bizlerin kaderini/alın yazısını, Yüce Allah yazdı; işlediğimiz günahların, yapmadığımız sevapların hesabını  neden bizden sorsun? İsra Suresi 13. Ayeti hatırlayalım…

“Her bir insanın kaderini kendi çabasına bağlı kıldık. Nitekim Kıyamet Günü onun önüne, (dünyada yapıp ettiği) her şeyi kayıtlı bulacağı bir sicil koyacağız.”

Özetlersek; kaderimizi/alın yazımızı,  özgürce yaptığımız seçimlerimizle bizler yazıyoruz.

Unutmayalım ki; Yüce Allah bizleri, yaptıklarımızda/yapmadıklarımızdan, aklımızı kullanmaktan/kullanmamaktan ve sadece indirdiği Kitaptan sorguya çekecektir. Bundan hiç şüphemiz olmasın.

En doğrusunu Allah bilir.

Selam ve Dua ile,

Fikret ARMAN

“ELÇİYE / PEYGAMBERE İTAAT”

“Allah’ın dosdoğru yoluna ileten tek Kitap Kur’an-ı Kerim’dir…”

ayet

Kur’anı okuyup anlamayan ve düşünüp aklını kullanmayan, sadece  ‘İman ettim’ diyen  Müslümanların en çok çarpıttığı konulardan birisidir “Elçiye/Peygambere itaat”…  ‘İman ettik’ dediğimiz Kitabımızın birçok ayetinde geçer bu “itaat” emri… Kur’anın genelinde “Elçiye/resule itaat” olarak geçer. Ama ben yine de Elçi/Peygamber ayırımı yapmadan konuyu ele alacağım.

Çoğu Müslümanın Kitabımızdaki “Elçiye/Peygambere itaat” kavramından çıkardığımız  sonuç; Peygamberimizin (Kur’anda olmasa dahi) tüm hal ve hareketlerinin (adım atışı, yemek yemesi, bir yere girip çıkması, saçı, sakalı, giyimi  v.b.) taklit edilmesi ve uygulanmasıdır… O’nun yaptıklarının aynısını yapmaktır.

Peygamberimizin yaptıklarını yapmak tabii ki çok güzel… Keşke O’nu taklit edebilsek!.. Ancak, Elçiye/Peygambere itaatten anlamamız gereken bu değil ki? O’nun sözlerini (hadislerini) “yapın/yapmayın” dediklerini, bir takım velilerin kitaplarından değil, O’nun nefesi ile ve iki dudağının arasından çıkan ve “Allah’ın sözleri” olarak bizlere tebliğ ettiği ayetlerden oluşan Kitabımız Kur’an-ı Kerim’den öğreneceğiz.

Şöyle ki; “Elçiye/resule itaat”in ne olduğunu anlamak istiyorsak, ilk yapmamız gereken; Kur’an-ı Kerim’i anlayarak, düşünüp aklımızı kullanarak okumaktır. Şayet bunu yapmamış isek; bu konuyu yazmanın, okumanın, tartışmanın hiç bir anlamı yoktur. Herkes dün olduğu gibi bugün de bildiği yoldan gidecektir.

Düşünüyorum da; Allah’ın Elçisi Muhammed’e vahyedilen ilk kelime olan “ikra-OKU” ve devamındaki kelimeler Peygamberimizin nefesiyle ve O’nun iki dudağından döküldü… Bizlerin, “Yaratan Rab’binin adıyla oku/çağır!” olarak anladığımız cümleyi Allah’ın Elçisi/Peygamberimiz  etrafındaki sahabeye  “İkra’ bismi rabbikelleżî ḣalak” diyerek iletti. Bu ayet, O’nun iki dudağının arasından ve O’nun nefesiyle sahabenin anladığı dilden söylendi. İşte Elçiye/Peygambere asıl itaat edeceğimiz konu budur…

Peygamberimizin Kur’anla ilgili iki dudağı arasından çıkanlardır… “Peygambere itaat” konuları, Peygamberimizin nefesi ile bizlere ulaşan ayetlerdir. Kısaca; Allah’ın bütün emirleridir. Yüce Allah onun için bir çok kez bizlere hatırlatmıştır. “Elçiye/Peygambere itaat Allah’a itaattir.”

Kur’an-ı Kerim’deki 6236 ayet, Yüce Allah’ın meleklerinden Cebrail tarafından Allah’ın Elçisine/Peygamberimize vahyolunmuş ve Elçi/Peygamberimiz de iki dudağı arasından dökülen ayetlerle, bizlerin Yüce Allah’a, bizleri Yaratan’a ulaşmamıza vesile olmuştur. Kur’an-ı Kerim’de sık sık hatırlatılan Yüce Allah’ın “Elçiye/resule/Peygambere itaat” emri,  “Allah’ın Elçisinin/Peygamberin ağzından çıkan sözler benim sözlerimdir. O Elçiye itaat ederseniz bana da itaat etmiş olursunuz.” anlamını taşımaktadır.

Yüce Allah, yine Elçisi kanalıyla yalnız ve yalnız bizlere tebliğ edilene uymamızı, O’nun berisinden bir takım velilerin peşinden gitmememizi emretmiştir.

Bu emri etrafındaki sahabeye kim söylemiştir? A’raf Suresi 3. ayet kimin iki dudağından dökülmüştür?  Tabii ki Yüce Allah’ın Elçisi/Peygamberi tarafından…

A’raf Suresi 3. Ayet: “Rabbinizden size indirilene uyun; O’nun berisinden bir takım velilerin ardına düşmeyin! Siz ne kadar da az öğüt alıyorsunuz!”

Öyleyse, Elçiye/Peygambere itaat; bu ayete itaat etmektir.

“Allah’ın ipine sıkı sıkı sarılın!” diye emreden Yüce Allah’ın bu emrini nefesiyle bizlere ulaştıran Elçiye/Peygamberime nasıl itaat etmem ki?

Aşağıdaki ayet de Yüce Allah’ın Elçisi/Peygamberimizin iki dudağı arasından sahabeye söylenmiştir…

Casiye Suresi 6. Ayet: “İşte bunlar, Allah’ın ayetleridir ki, onları sana hak olarak okuyoruz. Hal böyle iken Allah’tan ve onun ayetlerinden sonra hangi hadise/söze inanıyorlar?”  diyen Elçiye/Peygambere itaat; bu ayete de itaat etmektir.

Bakınız Yüce Allah, Elçisi/Peygamberimize neyi emrediyor?

Enam Suresi 106. Ayet: “Rabbinden sana vahyedilene uy! O’ndan başka ilah yoktur. Müşriklerden yüz çevir!”

Ahzab Suresi 2. ayet: “Rab’binden sana vahyedilene uy! Allah, yapmakta olduklarınızdan en iyi biçimde haberdardır.”

Allah’ın Elçisi/Peygamberimiz de bakın ne diyor… (Enam Suresi 50. Ayet, A’raf Suresi 203. Ayet, Yunus Suresi 15. Ayet)

“Ben yalnız bana vahyolunana uyarım.”

Demek ki; Allah’ın Elçisi/Peygamberimiz, yalnız ve yalnız kendisine vahyolunan Kur’an-ı Kerim’e uymuş. O halde hep birlikte Allah’ın Elçisi/Peygamberimize itaat edeceğiz.

Allah’ın Elçisi/Peygamberimizin iki dudağından dökülen iki ayeti daha sizlerle paylaşmak istiyorum.

Ahkaf Suresi 23. Ayet: “Dedi: “İlimi ancak Allah katındadır. Ben size, bana vahyedileni tebliğ ediyorum. Fakat sizin, cahillik edip duran bir toplum    olduğunuzu görüyorum.”  Gaybı yalnız kendisi bilen Yüce Allah bu günümüzü biliyor ve Elçisi/Peygamberimiz kanalıyla cehaletimizi yüzümüze vuruyor ve bizleri uyarıyor… Tabii ki düşünüp anlayana!..  İbret alanımız var mı?

Allah’ın Elçisi/Peygamberimizde hesap günü şunu söyleyecektir…

Furkan Suresi 30. Ayet: “Benim kavmim bu Kur’anı terk etti!..”

*

Toparlamak gerekirse; Elçisi/Peygambere itaat Kur’ana itaattir. Kur’ana itaat  ise  ALLAH’a itaattir.

“Ben de Allah’ın Elçisi/Peygamberime itaat ediyor, tıpkı O’nun yaptığı gibi, yalnız Allah’ın Elçisi/Peygamberimin bana tebliğ ettiği Kur’an-ı Kerim’e uyuyor, O’nun berisinden bir takım velilerin ardına düşmüyorum.”

Son cümle;

Her gün en az kırk kez, her rekat namazında “Yalnız sana kulluk eder, yalnız senden yardım dileriz.” dediği halde, peşlerine takıldıkları velilere kulluk edenlere CENNET HARAMDIR.

En doğrusunu ALLAH bilir.

Selam ve Dua ile,

Fikret Arman

BUHARİ’DEN  MASALLAR…

indir

 İnternete girip ‘sahihi buhari’ yazdığımda karşıma çıkan ilk siteye girdim. Biraz göz attıktan sonra aşağıdaki sahih(!) hadisi buldum. Hadisin konusu hakkında yazmayacağım… Hadisin nasıl hadis olduğundan bahsetmeye çalışacağım. Sizlerle de paylaşmak istediğim işte o hadis…

..”

5- Hamr’ı Halâl Saymak İsteyen Ve Ona Hamr’dan Başka İsim Veren Kimseler Hakkında Gelen Haberler Babı

Ve Hişâm ibnu Ammâr şöyle söyledi: Bize Sadaka ibnu Hâlid tahdîs etti. Bize Abdurrahmân ibnu Yezîd ibn Câbir tahdîs etti. Bize Atıyye ibnu Kays el-Kilâbî tahdîs etti. Bize Abdurrahmân ibnu Gan-min el-Eş’arî tahdîs edip şöyle dedi: Bana Ebû Âmir yâhud Ebû Mâ­lik el-Eş’arî tahdîs etti: Vallahi o bana yalan söylemedi. Kendisi Peygamber(S)’den işitti ki, şöyle buyuruyordu: “Yemîn olsun, üm­metimden muhakkak birtakım kavim/er meydana gelecektir. Bun­lar ferci (yânı zina etmeyi), ipek elbiseler giymeyi, şarâb içmeyi, çal­gı âletleri çalıp eğlenmeyi halâl ve mübâh sayacaklar. Ve yine birtakım (merhametsiz) zümreler de bir dağın yanına (dağ mesirelerine) konak­layacaklar, onlara âid koyun sürüsü ile çoban sabahları yanlarına ge­lecek (akşamlan gidecek). Bunlara fakır kişi bir hacet için gelecek de bu duygusuz insanlar fakire: Haydi (bugün git), bize yarın gel! diye­cekler. Bunun üzerine Allah (eğlendikleri) dağı geceleyin üzerlerine indirip bir kısmını helak edecek, (sağ kalan) öbürlerini de kıyamet gününe kadar maymunlar ve domuzlar suretine tebdil edecektir” [1]

..”

Büyük din alimi(!) Buhari’nin, Peygamberimizin vefatından yaklaşık 200 yıl sonra yaptığı araştırmalar sonucu oluşturduğu hadis aynen böyle… (Günümüz muhaddis yardımcıları da hadisteki parantez içi bildirimlerle kendi düşüncelerini/anlayışlarını yansıtmayı ihmal etmemişler!) Buhari isimli alim(!)  bu olayı kimden öğrendiğini  kısaca şöyle anlatıyor;

Ammar rivayet etti… Ammara da Hâlid rivayet etmiş… Hâlid’e de Câbir rivayet etmiş… Câbir’e de Kilâbî rivayet etmiş… Kilâbî’ye de el-Eşarî rivayet etmiş… “Vallahi bana yalan söylemedi!.. Peygamberden duymuş” diye başlıyor…

Buhari isimli bu alim(!)  Peygamberimizin vefatından 200 yıl sonra,  Peygamberimizin  neler söylediğini işte böyle anlatıyor. İşte sana  “Peygamber  sözü” dediğimiz  “hadis”.  Hem de şahitli!..

Diğer muhaddislerin “hadis” dedikleri rivayetler de hemen hemen aynı. Birbirlerinden hiç farkları yok!

*

Fazla değil, biraz olsun aklımızı kullanabilsek doğru yol hiç de uzak değil ama farkında bile değiliz.

Peygamberimiz, “Ben yalnız bana vahyolunana uyarım.” dediği Allah’ın ayetlerini, Mekke’de, Medine’de, tüm çevresindekilere, tanıdıklarına-tanımadıklarına, Allah’a iman etmek isteyen herkese, onların gözlerinin içine baka baka, nefesiyle, iki dudağından çıkan kelimelerle söylemiştir. Binlerce ayeti doğru yola gitmek isteyenlere kendisi söylemiştir.

Peki ya muhaddisler? Buhari, Tırmızî ve diğerleri, Peygamberimizi, O’nun zevcesi Aişe’yi hiç görmüşler mi? Peygamberimle aynı yolda yürüyen, sohbet eden O’nun sahabesinden kiminle görüşmüşler? O’nun komşularından hangisi ile tanışmışlar? Buhari isimli din alimi(!) yukarıdaki hadisi rivayet ederken; el-Eşarî’yi, Kilâbî’yi, Câbir’i, Hâlid’i görmüş mu? Hayır… O ona demiş!.. O da ona demiş… Ona da o demiş… Rivayetler rivayetleri kovalamış ve bugün, Yüce Allah’ın Kitabına maalesef eş koşulan, “hadissiz olmaz” denilen yeni bir din ortaya çıkmış!..  Buhari ve diğerleri de, masalların, rivayetlerin sahipleri  din alimleri(!) olarak karşımıza çıkmışlar!..

Oysa, “yalnız Allah’a kulluk ederiz” diyen biz inanlar hiç düşünmüyoruz. Bu Buhari ve diğer muhaddisler, o günün teknolojisiyle, kendilerinden 200 yıl önce yaşayan bu insanlardan, kimin kime ne söylediğini nasıl biliyorlar!..

Peygamberimizin, her gün defalarca “bizi doğru yola ilet” diyen “Müslüman” ümmeti, Yüce Allah’ın Kitabını duvara asmış, Kitabın ayetlerinden habersiz, iste bu rivayetlerin peşlerine takılmışlar güya  ‘doğru yol’u arıyorlar!.. Hem Peygamberimizin iki dudağının arasından çıkan sözlerin olduğu Kitabı duvara asacağız, hem de her gün Allah’ın huzuruna çıkıp “bizi doğru yola ilet” diyeceğiz… Ondan sonra da Allah’ın Kitabını bırakıp ne olduğunu, nasıl olduğunu bilmediğimiz rivayetlerin peşinden ‘din’ diye koşacağız ve sonunda Allah’tan cenneti isteyeceğiz öyle mi?..

Kendimize gelelim!.. Kendimizi, çevremizi, herkesi kandırabiliriz… Ama (haşa) Yüce Allah’ı kandıramayız!.. O, her şeyi gören, her şeyi bilendir. O’nun  “Cenneti haram kıldıklarından” olmamak için düşünüp aklımızı kullanalım. O’nun dinini, tıpkı Peygamberimiz gibi, O’nun Kitabına göre,  arı-duru dini yaşayalım. Hani hep diyoruz ya, “Peygambere itaat edelim…” İşte o gün bugündür. Buhari ve diğerlerinin masallarının peşinden gideceğimize, Peygamberimize itaat ederek, O’nun yaptığını yapalım ve sadece bize tebliğ edilene, Kur’an-ı Kerim’e uyalım… Yüce Allah’ın dediği gibi…

“Rabbinizden size indirilene uyun…”

En doğrusunu Allah bilir.

Selam ve Dua ile,

Fikret ARMAN

[1]   enfal.de/buhari/ sitesinden alınmıştır.

KUR’ANDAKİ  MÜSLÜMANLIĞI YAŞAMAK…

“Ya her gün  ‘bizi doğru yola ilet’  diye yakardığımız Rab’bimizin doğru yolunda olacağız,  ya da ‘gazaba uğramış, sapkınların’  yolunda!..”

yol

Zühruf Suresi 44. Ayet: “Gerçek şu: Bu Kur’an sana ve toplumuna elbetteki bir hatırlatıcı/bir düşündürücü/bir şeref/bir öğüttür. Bundan sorumlu tutulacaksınız.”

Yüce ALLAH, Elçisi’ne böyle vahyediyor…  Bu ayet Mushaf’ta da yer aldığına göre, Allah’ın Elçisi/Peygamberimiz etrafındaki sahabeye bu ayeti söylememiş olabilir mi? Tabii ki söylemiştir. Hem de her fırsatta ve defalarca söylemiştir. Öyleyse düşünelim…

Şayet gerçek bir Müslüman isek; hayat rehberimiz olması gereken Kur’an-ı Kerim’i hatırlıyor muyuz?

Şayet gerçek bir Müslüman isek; hayat rehberimiz olması gereken Kur’an-ı Kerim’i düşünüyor muyuz?

Şayet gerçek bir Müslüman isek; hayat rehberimiz olması gereken Kur’an-ı Kerim’in  şerefini koruyup, öğüt alıyor muyuz?

Şayet gerçek bir Müslüman isek; hayat rehberimiz olması gereken Kur’an-ı Kerim’i yaşıyor muyuz?

Yukarıdaki sorulara samimi olarak olumlu cevap verenlerin sayısını yüzdeye vurmam gerekirse yüzde beş çok iyi rakamdır diye düşünüyorum. Yani, her yüz Müslümandan sadece beş Müslüman, iman ettiği Kur’an-ı Kerim’in ne dediğini düşünüp anlıyor ve O’na göre yaşıyor. Geriye kalan yüzde 95’inin iman ettiği Kitabın ne dediğinden haberi bile yok!..

Kısacası biz Müslümanların çok büyük bir çoğunluğunun ‘iman ettik’ dediğimiz Kur’an-ı Kerim ile ilgimiz yok. Şayet okuyorsak da Arapçasını sevap kazanmak için okuyoruz. Düşünüp öğüt ve ibret almak için değil!..

Öğrencilik hayatımızda hepimiz yaşamışızdır. Öğretmenimiz yazılı yapacağım dediğinde soruların çıkacağı konuları kabaca söyler, “şuralara çalışın” derdi. Bir Müslümanın dünya hayatı için de durum aynı… Yüce Rab’bimiz neye çalışmamız gerektiğini açık seçik söylüyor.

Yüce Allah diyor ki; “Kur’an-ı Kerim’den sorumlu tutulacaksınız.”

Hesap vereceğine, sorgulanacağına inanan bir Müslümanın yapması gereken de, sorumlu olduğu dersi doğru dürüst çalışmak, O’na göre yaşamak değil midir? O halde bizler neden gerçek dersimizi çalışmıyor da başka başka kitapları çalışıyoruz? Bu yaptığımız doğru mu?

Şöyle düşünelim… Öğretmen bizi Türkçe’den sınav yapacağını söylüyor, ama bizler elimize geçen diğer kitapları; tarih, coğrafya, matematik, fizik, kimya çalışıyoruz!.. Türkçe ile ilgimiz dahi yok!.. Eeee sonra? Türkçe’den çaktık!.. Şunu söylemeye çalışıyorum. Kur’an-ı Kerim’i çalışmıyorsak, bilmiyorsak  ‘hesap günü’ de çakacağız!.. O gün ‘kesinlikle’ apışıp kalacağımızı hiç aklımızdan çıkarmayalım ve o günü düşünerek yaşayalım.

Yukarıda yazdıklarım ve sonrasında yazacaklarım, “Müslümanım” diyenlere sadece bir hatırlatmadır. Neye iman ettiklerini sorgulayarak, derslerini daha bilinçli çalışmaya davet etmektir.

Beni sakın yanlış anlamayın!.. Kimsenin inancına karışmam!. Herkes dilediği gibi inanır ve yaşar. Bu onun kararıdır ve buna en büyük saygıyı ben gösteririm. Benim yazdıklarım, “Müslümanım” diyen inananlar içindir…

Ben bu inanan Müslüman alemini iki gruba ayırıyorum.

Birincisi grup; “Samimi/Gerçek Müslümanlar”… Bunlar Yalnız Allah’a teslim olanlardır. Allah’ın yanına kimseyi koymazlar. Yalnızca Allah’ın emirlerine, Kur’an-ı Kerim’in yazdıklarına uyarlar. O’nun berisinden bir takım velilerin peşlerine takılıp gitmezler. Allah’tan korkarlar ve dünya hayatını, ‘hesap gününü’ düşünerek yaşarlar. Hangi Kitaptan sorumlu olduklarının bilincindedirler. Onlar, düşünüp akleden gruptur.

İkinci grup; “Dilde Müslümanlar”… Bu kardeşlerimiz de iyi niyetli ve Allah’a teslim olanlardır. Ancak, bu kardeşlerimiz, Allah’ın yanına bir takım veliler koymadan yapamazlar!.. Her gün defalarca “Yalnız sana kulluk ederiz” dedikleri Allah’ın yanında, kulluk yaptıkları velileri de vardır. Haşa, Allah’a taptıklarından daha çok bu kullara taparlar!.. Onların peşinden giderler! ‘İman ettik’ dedikleri Allah’ın kitabı duvarlarında asılıdır. Okumak istediklerinde, anladıkları dilde okumadıkları için çoğu inanan ne okuduğunu da anlamaz. Ama diğer kulların kitapları ellerinden düşmez. O kitaplara göre düşünür, Allah’ın emirlerini o kitapların dizaynına göre yaşarlar. Takvim yapraklarından dahi medet umanlardır!.. Bu grup, Allah’ın kitabını sadece ‘sevap kazanmak için’ okur. Onlar için  önemli olan sayılardır. Velilerin dedikleri sayılara ulaşılması esastır…

*

Değerli Müslüman Kardeşim,

Şayet ‘Yalnız Allah’a teslim olanlardan’ isen; düşünüp aklını kullan. Yalnız Allah’a kulluk et ve yalnız sorumlu tutulacağın Kitaba göre yaşa… Bundan başkası beyhude çabadır,  seni doğru yoldan saptırır ve Yüce Allah’ın “Cenneti haram kıldım” dediklerinden olursun!.. Sakın!..

Yüce Allah bütün kullarına özgürce ‘seçme’ hakkı tanımış. Burada da seçimi bizlere bırakmış. Düşünüp kararımızı verecek ve doğruyu/yanlışı bizler seçeceğiz. Ya her gün ‘bizi doğru yola ilet’ diye yakardığımız Rab’bimizin doğru yolunda olacağız, ya da ‘gazaba uğramış, sapkınların’ yolunda!..

En doğrusunu ALLAH bilir.

Selam ve Dua ile,

Fikret ARMAN

İSLÂMİYET,  YAHUDİLİK  ve  HIRİSTİYANLIK  AYRI  AYRI DİNLER MİDİR?

Bu üçlü arasında din konusunda kavram kargaşası yaşanmaktadır. Sadece biz Müslümanlar için değil, Yahudiler ve Hıristiyanlar için de kesinlikle anlaşılması gereken bir konu. Kur’anı okuyup anlamaya  çalıştığımda, sık sık kullanılan aşağıdaki kavramların yanlış olduğunu düşünüyorum.

“Semavi dinler”

“İbrahimî dinler”

“Tevhid dinleri”

“Dinlerin kardeşliği”

Allah’ın dinini konuşuyorsak “dinler” diyerek kullanılan çoğul bir ifade çok yanlıştır.

*

Konunun biz Müslümanlar açısından net anlaşılması için “İslâmiyet” kavramının  açıklanması gerekir diye düşünüyorum. Bu konuda yaptığım araştırmalara göre;

İslâmiyet: Kelimenin kökü s-l-m (selam) kökünden gelmekte ve barış ve esenliği vurgulamakla beraber Kur’an’daki anlamı “teslimiyet” tir… Bu teslimiyet; koşulsuz olarak yalnız ve yalnız Allah’a teslimiyeti ifade eder. Yani bizler, İslâmiyet” kelimesini kullanmamız gereken yerde “Allah’a teslimiyet” kavramını kullandığımızda konu çok daha netleşecektir.  Örnek vermemiz gerekirse; Al-i İmran Suresinin 19. Ayetinin ilk cümlesi olan “Allah katında din İslâmiyettir (İslamdır).”  cümlesini “Allah katında din yalnız Allah’a teslim olmaktır.”  olarak anladığımızda çok şeyin değişeceğini söyleyebilirim.

Ayeti anlaşılması gereken şekilde tekrar yazıp üzerinde düşünelim…

Al-i İmran Suresi 19. Ayet: “Allah katında din YALNIZ ALLAH’A TESLİM OLMAKTIR.”

Ayeti bu şekilde anladığımızda, Allah’ın dininin (İslâmiyetin) yalnız biz Müslümanlara has olmadığını, Allah’a teslim olan diğer bütün Peygamberleri ve kavimlerini de içine aldığını göreceğiz. Doğru anlayış da budur. Zaten “Müslüman” kelimesi de Allah’ın elçisi ve Peygamberi Muhammed’in kavminden olanları ifade etmekle beraber bu konuda “Allah’a Teslim olan” anlamına gelmektedir.           

Bu açıklamalardan sonra asıl konumuza dönelim… Yazının başlığı olan soruyu tekrar soralım.

İslamiyet, Yahudilik ve Hıristiyanlık ayrı ayrı dinler midir?

Bu sorunun cevabı, Kitabımız Kur’an-ı Kerim’in yukarıda yazdığım Al-i İmran Suresi 19.  ayetinde verilmiştir.  “Allah katında din İslâmdır/İslâmiyettir. …”  Yani, Allah nezdindeki din; tek İlah/Tanrı olarak yalnız Allah’a teslim olmaktır.

İlk Peygamber Adem’den bu yana bütün Peygamberler Müslümandır (Teslim olan) ve  Allah’ın dini İslamiyeti (Allah’a Teslimiyet) yaşamışlardır ve yaşatmaya çalışmışlardır. Bu nedenle, Müslüman ve Müslümanlık kavramı sadece Peygamberimizle birlikte ve sadece Peygamberimize ve onun kavmine verilmiş bir kavram değildir. Peygamberimizden öncede İslamiyet ve Müslümanlık vardı. Konuyu İslâmiyet ve Müslümanlık olarak değil, ‘Teslimiyet’ ve ‘Teslim olma’ olarak düşünmeliyiz.

*

Kur’andan okuyalım…

Bakara Suresi 131-133 ayetler: Rabb’i ona, “Müslüman olup bana teslim ol!” dediğinde o şu cevabı vermişti: “Teslim oldum âlemlerin Rabb’ine!” İbrahim de oğullarına şunu vasiyet etti, Yakub da: “Oğullarım! Allah sizin için bu dini seçmiştir. O halde ancak müslümanlar olarak can verin.” Yoksa siz, Yakub’a ölümün gelip çatışına tanıklar mıydınız? Hani, oğullarına şunu sormuştu: “Benden sonra neye ibadet edeceksiniz?” Cevapları şu olmuştu: “Senin ilâhına, ataların İbrahim’in, İsmail’in, İshak’ın ilâhına, tek ve biricik olan ilâha kulluk edeceğiz; biz yalnız O’na teslim olanlarız.”

Şu bilgiyi de not ederek devam edelim… İshak Peygamber İbrahim Peygamberin oğlu olup; Musa ve kardeşi Harun Peygamberler ile İsa Peygamberin annesi Meryem de  İshak Peygamberin soyundan gelmektedir. Dolayısıyla, Musevilerin de (Yahudiler) İsevilerin de (Hıristiyanlar) soyu, Kur’andaki  Müslümanlardan (Teslim olan) olan İbrahim Peygambere dayanmaktadır.

Peygamberimizle ilgili olarak Kur’anda geçen “Ben Müslümanların ilkiyim.” ayetini, kendisine Kitap indirilen Peygamberimizin, “kavminin ilk teslim olanı” olarak anlamamız gerektiğine inanıyorum.

*

Toparlarsak; İslamiyet, Yahudilik, Hıristiyanlık diye ayrı ayrı üç din yoktur!..

Allah katında tek bir din vardır… Arapça karşılığı “İSLÂMİYET” olan ve İlk insandan bu yana bütün Peygamberlerin ve kavimlerinin teslim olduğu “ALLAH’A TESLİMİYET” dinidir.

Allah’a teslimiyette değişen sadece Peygamberler, Kitaplar ve kavimlerdir… Kitap verilmeyen Peygamberlerin  Allah için söyledikleri ile  kendilerine Kitap verilen/indirilen Peygamberlerin Kitaplarında istenenler özünde aynıdır. Allah bütün Peygamberlerinden ve  yarattığı kullarından, yalnız ve yalnız tek ilah olarak kendisine teslim olmalarını istemiş ve kurallarını buna koymuştur.

Aşağıya yazacağım biribirinin hemen hemen aynı olan şu iki ayeti de aklımızdan hiç çıkarmamamızda yarar var.

Bakara Suresi 136. Ayet: Şöyle deyin: “Allah’a, bize indirilene, İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakub’a, onun torunlarına indirilene, Mûsa’ya ve İsa’ya verilene ve diğer nebilere verilene inandık. Bunlar arasından hiç kimseyi ayırmayız. Biz yalnız O’na/Allah’a teslim olanlarız.” 

Al-i İmran Suresi 84. Ayet: De ki: “Allah’a, bize indirilene, İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakub’a, torunlarına indirilmiş olana, Musa’ya, İsa’ya ve diğer nebilere Rablerinden verilmiş bulunana inandık. Onlardan hiçbirini ötekinden ayırmayız. Biz O’na teslim olanlarız.”

Son cümleler… İslâmiyet (Teslimiyet); Koşulsuz olarak yalnız ALLAH’a teslim olmayı emreden, bütün Peygamberleri ve Kitapları içinde barındıran ALLAH’ın tek dinidir.

Ve “TEK DİN ALLAH’A TESLİMİYETTİR…”

En doğrusunu ALLAH bilir.

Selam ve Dua ile,

Fikret ARMAN

ŞEYTANA  UYMAK ve  ARAF  SURESİ 18. AYET

 Günah  

Komşusunun seyahatte olduğunu fırsat bilen ve onun eşine tecavüz eden adam, Hakim karşısında boynu bükük, ağlamaklı bir şekilde kendini acındırmaya çalışır. “Şeytana uydum hakim bey!.. Çok pişmanım. Sizler böyüğümüzsünüz… Allah rızası için, iki çocuğumun hatırına… Çok pişmanım hakim bey.”

*

Kasabadaki gençlere iş imkanı sağlayan kasabalı  iş adamının fabrikasını  aylardır plan yapıp soyan gençler de hakim karşısına çıktıklarında aynı şeyi söylerler…

“Şeytana uyduk hakim bey!.. Çok pişmanız…”

*

Yukarıda verdiğim iki örnekten binlercesini  “Şeytana uydum!.. Çok pişmanım!..” dediğimiz her olay, her kötü eylem için çoğaltabiliriz… İyi güzel de, düşünüp taşınmadan her aklımıza geleni yapalım, Allah’ın ayetlerini/emirlerini hiç aklımıza getirmeyelim, ondan sonra da “Şeytana uydum!.. Pişmanım!..”  

Bitti mi? Hepsi bu kadar kolay mı? Bakalım Kur’an  şeytana uymak konusunda bizlere ne diyor?.. Kolayca, düşüncesizce, şeytana uyarak işlediğimiz bu fiiller başımıza ne iş açacak hiç düşündük mü? Okuyup görelim… A’raf suresi 18. Ayeti yazıyorum.

Allah buyurdu: “Çık oradan. Yenik düşmüş ve kovulmuş olarak. Onlardan sana uyan olursa yemin olsun ki, cehennemi tamamen sizden dolduracağım.”

Nasıl?.. Ayeti dikkatlice okudunuz mu? Yüce Rab’bimiz yemin ederek söylüyor… “Cehennemi tamamen sizden dolduracağım.”

*

Şimdi kendimize soralım… Her gün en az kırk kez  namazlarımızda okuduğumuz  Fatiha Suresinde ne diyoruz Rab’bimize?  “Bizi doğru yola ilet…”

Her gün defalarca bunu söylüyoruz ama, Allah’ın bizi ilettiği doğru yol üzerine oturmuş olan şeytanla karşılaşacağımızı, o şeytanın bizi doğru yoldan saptırmak için her şeyi yapacağını/yaptıracağını neden düşünmüyoruz?

A’raf Suresi 16. Ayet : Dedi: “Beni azdırmana yemin ederim ki, onları saptırmak için senin dosdoğru yolun üzerine kurulacağım.”

Unutmayalım!.. Tutku ve arzularını dizginleyemeyen kardeşlerim,  uydukları şeytana yenik düşecekler ve Allah katında en ağır şekilde cezalandırılacaklardır.  

Allah’ın doğru yolunda sürekli yürüyebilmek için; aklımızdan kötü şeyler geçtiğinde, nefsimize hakim olamamaktan korktuğumuzda kendimize gelelim ve iyi, güzel şeyler düşünerek şeytandan uzaklaşalım. İçimizdeki şeytanı uyandırmayalım!..

Ders almak ve “Kovulmuş şeytanın kötülüğünden ALLAH’a sığınalım.” dileklerimle…

En doğrusunu Allah bilir.

Selam ve Dua ile,

Fikret ARMAN

İMAM  KARDEŞLERİME HATIRLATIYORUM

diyanet_hutbe_h91844_be5a7

Tüm imam kardeşlerime esenlik ve güzellikler dileyerek başlamak istiyorum yazıma.

Onların yeri bende bir başkadır. İçlerinde bağrıma bastıklarımda oldu, kızdıklarımda…  Neden kızdığımı hiç içime atmadam anında söyleyenlerden olduğum için hep karşılıklı konuşmuşumdur onlarla.  Keyifle saf tutmuşumdur arkalarında… Yanlış yapıyor olduklarını düşündüğümde uyarmışımdır onları.

Bugünkü yazımda da bir şeyler söyleyeceğim bu değerli kardeşlerime.

Ben biliyorum ki, bütün imam kardeşlerim Allah’ın yardımcılarıdır. Tıpkı Saf Suresinde Yüce Rab’bimizin söylediği gibi.

Saf Suresi 14. Ayet: Ey iman sahipleri! Allah’ın yardımcıları olun! Hani, Meryem oğlu İsa, havarilere: “Allah’a gidişte benim yardımcılarım kimdir?” demişti de, havariler: “Biz, Allah’ın yardımcılarıyız!” cevabını vermişlerdi. Bunun ardından, İsrailoğullarından bir zümre iman etmiş, bir zümre de küfre sapmıştı. Nihayet biz, iman sahiplerini düşmanlarına karşı güçlendirdik de onlar üstün geldiler.

Evet… Ben, iman sahibi bütün imam kardeşlerimi Allah’ın yardımcıları olarak görüyorum. Bu nedenle yaptıkları görevin ne kadar anlamlı, ne kadar ince ve fakat tüm bunların yanında çok çok zor bir görev olduğunu düşünmelerini istiyor ve görevlerini bu düşünce ile yapmalarını diliyorum.

*

Allah’ın Kitabını bizlerden çok daha iyi bildiğine inandığım imam kardeşlerime hatırlatmak istiyorum ki; Gözünüzü açıp kendinize gelin! Arı duru din yalnız ve yalnız Allah’ındır!”

Değerli kardeşlerim sizlerde biliyorsunuz ki, Yüce Rab’bimiz Zümer Suresi 3. Ayetine bu cümle ile başlıyor… Gerçek dinin, saf dinin yalnızca Allah’ın dini, yani Kur’an dini olduğunu söylüyor. Sizlere düşen görev, bunu her namaz öncesi gelen kardeşlerimize hatırlatmak. Hitap ettiğiniz kardeşlerinize yalnız ve yalnız Allah’ın dinini anlatmalısınız.

*

Allah’ın Kitabını bizlerden çok daha iyi bildiğine inandığım imam kardeşlerime hatırlatmak istiyorum ki; “Rabbinizden size indirilene uyun; O’nun berisinden bir takım velilerin ardına düşmeyin! Siz ne kadar da az öğüt alıyorsunuz?”

Yüce Rab’bimizin A’raf Suresi 3. Ayetindeki bu öğüdünü de Müslüman kardeşlerimize her fırsatta hatırlatmalısınız ki, şeyhlerin, şıhların, cemaat ve tarikat liderlerinin peşlerine takılmasınlar… Onlara, doğru yolun Kur’andan ve Allah’ın arı, duru dininden geçtiğini her fırsatta anlatmalısınız.

* Allah’ın Kitabını bizlerden çok daha iyi bildiğine inandığım imam kardeşlerime hatırlatmak istiyorum ki;

Konuşmalarınızda Peygamberimizden de tabii ki bahsedeceksiniz… O’nun şanını şerefini de yücelteceksiniz… Ama n’olursunuz;  salavatlarla değil!.. Şefaatin ve hükmün yalnız ve tümden Allah’a ait olduğunu, her konuşmanızda, Kur’anı okumayan Müslüman kardeşlerinize duyurunuz.

*

Allah’ın Kitabını bizlerden çok daha iyi bildiğine inandığım imam kardeşlerime hatırlatmak istiyorum ki;

Allah’ın dininin doğru anlaşılmasında en büyük görev sizlere düşüyor. Sizler sadece Allah’ın Kitabı ile Müslümanları yönlendirirseniz doğru yolu bulacaklardır. Yoksa, “Müslümanım” diyen kardeşlerimizin, kendilerini doğru yol üzerinde zannedip, hayatları boyunca şeytanın ayak izlerini takip edeceklerinden hiç şüpheniz olmasın. Bu durumu engellemek, onlara en yakın kişiler olarak  büyük ölçüde size düşüyor.

*

Allah’ın Kitabını bizlerden çok daha iyi bildiğine inandığım imam kardeşlerime hatırlatmak istiyorum ki;

Namaz kıldırdığınız Müslüman kardeşlerinize dini “Türkçe” anlatınız. Bir çoğu Arapça biliyor olabilir… Olsun!.. Sizler içlerinde Arapça bilmeyen bir kişi olduğunu düşünerek dini konuları Türkçe anlatınız. Hitap ettiğiniz insanların anladıkları dili konuşunuz… Nasıl ki İncil;  Süryani alfabesinde Aramice yazılmış, fakat Almanya’da Almanca, İngiltere’de İngilizce, İtalya’da İtalyanca, İspanya’da İspanyolca anlaşılıyor ve anlatılıyorsa, Arapça yazılan Kur’an-ı Kerim’i de Ülkemizdeki inananların anlayabilmesi için onlara anladıkları dilden anlatın ve bu konuda onları teşvik edin. Ben biliyorum ki,  Allah’ın ne dediğimizi bilmemizi istediğini iman ettiğimiz Kitabımızın yazdığını sizlerde biliyorsunuz. ‘Allah’ın Yardımcıları’ olarak sizlerin yapması gereken, cemaate karşı yapacağınız bütün dini konuşmaları TÜRKÇE yapın… Sizleri dinleyen herkes, sizlerin ne dediğinizi, ne demek istediğinizi sizin ağzınızdan anlasın…

* Allah’ın Kitabını bizlerden çok daha iyi bildiğine inandığım imam kardeşlerime hatırlatmak istiyorum ki;

Her zaman Kur’andan konuşun… Kur’anda olmayan şeyleri (Kur’anda varmış gibi) anlatmayın. Yüce Allah’ın, “Ey iman edenler” diyerek başlayan ayetlerinde, iman eden herkes için verdiği emri, sizler,  Allah’ın dışındaki bir takım velilere uyarak ya da kendi havanıza göre hüküm vererek “Cuma namazı kadınlara farz değildir!” asla söylemeyiniz. Bu örneği ve benzeri cümleleri söylerken binlerce kez düşünüp konuşunuz… Dinini öğrenmek isteyenler, doğruyu yapmak isteyenler  adına böylesi cümlelerin vebalinin tamamen size ait olacağını biliniz. Bunların hesabını Rab’bimiz sizin sayfanıza yazacaktır.

*

Allah’ın Kitabını bizlerden çok daha iyi bildiğine inandığım imam kardeşlerime hatırlatmak istiyorum ki;

Camilerde/Mescitlerde kutlanan kutsal(!) gün ve gecelerin, Allah’ın Dininde yeri oluğunu ya da olmadığını inanan kareşlerimize mutlaka açıklayın. Kur’an da var mı, yok mu? Kur’anda yazmayan bir şey Allah’ın dininden midir? Bunları sizleri dinleyenlere mutlaka anlatın, açıklayın… Oraya gelenleri doğru bilgilendirmekten kaçınmayın.

*

Allah’ın Kitabını bizlerden çok daha iyi bildiğine inandığım imam kardeşlerime hatırlatmak istiyorum ki;

Her gün beş vakit namaza gelenlere, “iman ettik” dedikleri kitabı okuyup anlamaları gerektiğini, bunun için de Kitabı anladıkları dilden okumalarını  söylemeyi unutmayın. Mutlaka ve mutlaka her namaz vaktinde hatırlatın onlara… Kitabı anladıkları dilden okuyup anlasınlar ve dinlerini  o Kitaba göre yaşasınlar…

*

İşte böyle değerli İmam Kardeşlerim… Yukarıda verdiğim örnekler gibi daha onlarca, yüzlerce konu var. Sizler, siz olun, Allah’ın Yardımcıları olun  ve yalnızca Allah’ın dinini konuşun ve anlatın onlara. Güzelliğin farkına varacaksınız.

Hani, çoğu vatandaşımızın düşündüğü gibi “Zaten ne yapıyorlar ki, 5 vakitte 40 rekat namaz kıldırıyorlar… Hepsi bu!”  diye düşünenlerden değilim.

Tam tersine!.. Ben, namaz kıldırmanızın ötesinde, sizlerin, yaptığınız ve yapacağınız  konuşmalarla inananları yönlendirmede, bilgilendirmede  Kur’an-ı Kerim’den sonraki belirleyiciler olduğunuzu düşünen ve Allah’ın dini konusunda vebalinizin çok çok büyük olduğuna inananlardanım.

Hesap günü, Yüce Rab’bimiz İslam alemini sorgularken, iman edenlerin çok büyük bir bölümünün, yaptıkları ibadetlerin doğruluğu  nedeniyle  sizleri göstereceğinden, dinlerini sizlerden öğrendiklerini  söyleyeceklerinden hiç şüpheniz olmasın…

Unutmayın!.. Vebaliniz çok ama çok büyük!.. Allah yardımcınız olsun…

En doğrusunu Allah bilir.

Selam ve Dua ile,

Fikret ARMAN

“ELHAMDÜLİLLAH  MÜSLÜMANIZ (!)”

Önceki yazılarımda insanlarımıza hep “okuyun” dedim… Hep “anlayın” dedim. Hesap günü sorumlu tutulacağımız Kitabımızı “elimizden düşürmeyelim, sadece o kitabı okuyalım, anlayalım, o Kitaba göre yaşayalım” diye yazdım.

Aslına bakarsanız yazdıklarımın, inananlara pek faydası olduğunu söyleyemem.   Biz inananlar alışmışız dürtülmeye!.. Hep başkalarının yol göstermesine!.. Neyi, ne zaman, nasıl, ne için yapacağımızı çoğu zaman hep başkaları söyler. Onlar nasıl söylerlerse bizler de ona göre yaparız. sabahleyin nasıl uyanacağımızdan, gece yatağa girerken neyi nasıl yapacağımızı, hep bir takım sıfatlar yakıştırdığımız büyüklerimiz söylemişlerdir… Maalesef bu böyledir. Hele din konularında!.. Yataktan kalkarken önce hangi ayağımızı yere basmalıyız? Gece yatmadan önce hangi duayı kaç kere okumalıyız? Bunları ve benzerlerini büyüklerimiz bizlere öğretip ezberletmişlerdir. Öğretilenlerin büyük bir bölümü namaz, oruç ve hac üzerinedir. Çünkü Müslüman denilince akla ilk gelen üç kelimedir namaz, oruç ve hacdır. Bunlarla ilgili merak edilenlerde, bilinmeyenler de, danışılacak insanlarımızdır hocalarımız, büyüklerimiz.

“Hocam… Rükuya eğildiğimde elimin beş parmağını dizimize nasıl koymalıyız? Bitişik mi olacak yoksa aralıklı mı olacak”

“Dede, sen bilirsin… Sofrada hurma varken orucumu ekmekle açtım. Günaha girdim mi?”

“İsmail hocam, Allah nasip ederse bu yıl hanımla hacca gideceğiz de bize bir yol göstersen!.. Mahallelinin hepsinden mi helallik almalıyım yoksa sevmediğim, istemediğim bazılarından helallik almasam olur mu?”

Böylesi akıl almaz sorular ve cevaplardan bu güne kadar vazgeçmedik,  vazgeçmeyeceğiz!.. Çünkü “din” dediğimiz sadece(!) namaz, oruç ve hacdır… Gerisi hikayedir.

İşin en hazin tarafı ise; bütün bu soruların cevapları “iman ettim” dedikleri Kur’an-ı Kerim’de yazıyor olmasına rağmen, “Elhamdülillah Müslümanım” diyenlerimiz, Allah’ın emri olmasına rağmen O’nun kitabını açıp, okumak, anlamak ve Allah’ın ne dediğini, kullarından ne istediğini öğrenmek istemezler… Öğrenmek istediklerini, hocalarına, büyüklerine sorarlar. Böyle yaptıkça da farkında olmadan Allah’ın dininden uzaklaşırlar.

*

Birkaç gün önce gazete haberlerinde inanılmaz bir haber okudum. Haberi özet olarak yazıyorum.

Başı örtülü genç bayan mahalledeki oduncuya gelir… Cebindeki bütün paraları oduncuya uzatarak

“Bana altı liralık odun verir misiniz?” Şaşırmıştır oduncu…

“Hangi devirde yaşıyoruz bacım? Altı liralık odun olur mu?”

Sonuçta oduncu bir çuvala 10-15 kilo odun koyarak genç bayana verir ve ücretini de almaz.

Koşar adımlarla evine gelen genç kadının iki çocuğu tir tir titremektedir. Kadın çocuklarına sarılıp biraz olsun ısıtmaya çalıştıktan sonra “Sıkın dişinizi… Bakın odun getirdim… Az kaldı.. Birazdan sobamız yanacak ve ısınacağız.”

Odunları sobaya atmış, ancak ıslak odunlar yanmamıştı. Titreyen çocuklarını gören genç kadın dışarıdaki hurda kamyon lastiğini parçalayıp yakmayı ve ısınmayı denemişti ama yine olmamıştı. Çaresizdi kadın… Banyodaki saç kurutma makinesini fişe takıp çalıştırmış ve oğlunun eline tutuşturmuştu.

”Bak oğlum, ara sıra kardeşine de tut… O da ısınsın. Tamam mı?” dedikten sonra yan odaya geçerek kendini asıp yaşamına son vermiştir.

Haber böyleydi… Haberi okuduğumda gözlerim ıslanmanın çok ötesindeydi. Ve düşünüyordum… Hani laf açılınca mangalda kül bırakmayan bizler hep Peygamberimizden örnekler veririz. “Komşusu açken tok yatan bizden değildir.”

Bu cümleyi söyleriz de yapmamız gerekeni yapmayız. “Elhamdülillah Müslümanım” diyenlerin çoğu o iki çocuklu kadını görmemişlerdi. Bir Müslüman olarak, ama az ama çok, ellerinden geleni yapmaları gerekirken onlar başka yerlerdeydi. Onlar bu ihtiyaç sahiplerini görmeyip, Allah’a karşı doğruyu(!) bulmaya çalışıyorlardı…

“Parmaklar bitişik mi olacak, aralıklı mı?” Bir diğeri de orucunu düşünüyordu… “Hangisi daha sevaptır hocam? Orucu hurma ile açmak mı, yoksa zeytin ile açmak mı?” “Elhamdülillah Müslümanım” diyen insanım, verdiği nimetler için Allah’ına şükredeceğine sevap derdine düşmüştür. Bu insanın ihtiyaç sahiplerine/muhtaçlara yönelmesi zaten beklenemez.

*

Bunları neden yazdım?

Tabii ki namazımızı kılacağız…

Tabii ki orucumuzu tutup, haccımızı da yerine getireceğiz.

Hiç bir inananın bunlara itirazı olamaz. Bu ibadetlerimiz “yapabilirlik/güç” ile ilgilidir. Yani; namaz kılacak gücün varsa kılarsın… Oruç tutacak gücün varsa oruç tutarsın… Hacca gidecek gücün varsa hacca gidersin. Bunları yapacak gücün yoksa Yüce Allah sana “Bunları neden yapmadın?” diye hesap sormayacak. Bunu ben söylemiyorum. Bakara Suresi 286. Ayetin ilk cümlesi söylüyor.

“Allah hiçbir benliğe, yaratılış kapasitesinin üstünde bir yük yüklemez/teklifte bulunmaz. …”

İnanan Müslümanlar olarak bilmediğimiz en önemli konu, din; sadece namaz, oruç ve hacdan ibaret değildir. Yüce Allah’ın çoğu zaman bu ibadetlerimizin önüne geçen emirleri vardır.

“Yoksulu doyurun.”  gibi…

“Yetim hakkı yemeyin!”  gibi…

“Sadakanızı verin.”  gibi…

“Zekatınızı verin.”  gibi…

“Hayırlı işlerde birbirinize destek olun”  gibi…

“Allah için Adaleti gözetip kollayın!..”  gibi…

“Paylaşın, yardımlaşın…”  gibi…

Yaşamımızın vazgeçilmezleri olacak daha nice emirleri, öğütleri var Yüce Allah’ın. Ama biliyor muyuz? Hayır!… Çoğumuz bilmiyoruz!.. Çünkü “İman ettim” dediğimiz Kitabımızdan haberimiz yok!.. Varsa, yoksa hocaların, büyüklerin ne dedikleri önemlidir bizler için. Onlar ne derse “din” o’dur. Allah’ın dini ise duvarlarda asılı durup, okunup, anlaşılmayı beklemektedir.

Hani ülkemiz için diyorlar ya! “Müslüman Ülke”…  Hiç birbirimizi kandırmayalım ve gerçek  “Müslümanlardan” olalım.

*

“Elhamdülillah Müslümanım” diyen Kardeşlerim… Gözünüzü açıp, kendinize gelin. “İki çocuğunu ısıtamadığı için” hayatına son veren çaresiz insanlarımız bizlere, bundan sonra yapacağımız salih amellerimiz/güzel hayırlı işleriniz için ibret ve örnek olsun… Yardımlaşmayı, yapabildiğimiz kadar/gücümüz yettiğince paylaşmayı, hatta hatta gülümsemeyi,  bir diğer insana bir “selamı / merhabayı” hayatımızdan çıkarmayalım.

Yoksa, bizler alnımızı secdeden kaldırmasak dahi, orucumuzu bir ay değil ömür boyu tutsak da, Yüce Allah bizleri affetmeyecektir. Bundan hiç şüpheniz olmasın.

En doğrusunu Allah bilir.

Selam ve Dua ile,

Fikret ARMAN

ÜZGÜNÜM… NENELERİNİZLE  CENNETTE  BULUŞAMAYACAKSINIZ !..

“Bunu, izinden gittiğiniz büyükleriniz, evliya söylüyor.”

Bone

Şöyle etrafımıza bir bakalım. Metroda, otobüste, sokakta, caddede, evde, iş yerinde, kısacası her yerde başı örtülü bir bacımızı gördüğümüzde dikkat edin başörtüsünün altında bir bant daha var. Bunu kendilerine sorduğumda büyük bir çoğunluğu “bone”  olarak isimlendiriyor. Neden taktıklarını da sorduğumda hepimizin tahmin edebileceği cevap geliyor… “Allah’ın emri.”  Birkaç kızımıza sordum. “Bu emir,  Allah’ın Kitabının  neresinde, hangi ayetinde yazıyor?” diye… Çoğu cevap veremeyip başını çevirip diğerlerinden yardım istercesine arkadaşlarına bakıyor, bazıları da cevaplıyordu soruyu…

“Hocalarımız, büyüklerimiz öyle diyor!.. Onlar böyle söylüyorlarsa bizlerden çok daha iyi biliyorlardır ve biz onlara inanıp, güveniyoruz…”

Sohbeti biraz derinleştirdiğimiz de kızlarımızdan çoğu “ceza” konusunda bir türlü hem fikir olup birleşemiyorlardı!.. 40 yıldan başlayıp 80 yıla kadar, hatta çok çok daha fazla  “cehennemde yanma” cezasından söz ediyorlardı. Bu cezaları nereden öğrendiklerini sorduğumda ise hemen hemen hepsi aynı cevabı veriyorlardı. “Büyüklerimizden, okuduğumuz kitaplardan.”  Kitap kelimesi geçinde soruyordum… Kur’an da yazıyor mu? Kur’anı okusalar da okumasalar da yine hepsinin verdiği cevap “hayır” idi. Yani özetlersek; saçın görünmemesi olayını ve cezasını, büyüklerinden ve Kur’an dışındaki kaynaklardan öğrenmişlerdi. Hepsi de bunun doğru olduğunu, saçı görünenlerin cehennemde yanacaklarına inanıyorlardı…

Oysa başı örtmenin dışındaki bu bant/bone takma/saçın bir tek telini dahi göstermeme olayı öyle çok eskilere gitmiyordu! Ülkemizde en fazla 10 yıllık bir geçmişi vardı…

Kızlarımızdan bir tanesinin “Efendim ben kantine çay almaya gideceğim. Siz de içer miydiniz?” demesiyle içim o anda ısınmaya başlamıştı bile.

Çayımı yudumlarken boneli kızlarımızla sohbetim tüm hızıyla devam ediyordu. Konudan onlarda büyük bir keyif almışlardı.  Çoğunluk, cümlelerine “Hocam” diyerek başladığı için onlara, onların anladığı anlamda  “hoca” olmadığımı, sadece Kur’an ile çok fazla haşır/neşir olduğumu, inancımı sadece Kur’ana göre yaşayan birisi olduğumu söylemiştim.

Çayımın son yudumunu da içip teşekkür ettikten sonra konuya geri dönmüştüm… Hepsi orta-lise talebesi olan bu yavrularımıza soruyordum.

“Sanırım hepinizin anneanneleri, babaannesi yani bizlerin kısaca “nene” dediğimiz büyükleriniz vardır.”

 Hemen hemen hepsi gülümseyerek “var” olduklarını dile getirdiler. Onlara, nenelerinin sadece başörtüsü, eşarp, tülbent, yazma taktıklarını, onların zamanında bant/bone gibi saçı tamamen örten şeylerin olmadığı ve bu nedenle saçlarının bir kısmının da göründüğünü söyledim… Kızlarımızın hepsi gülümseyerek onaylıyordu…

Artık sohbetin sonuna gelmiştim ve ayrılmam gerekiyordu.

“Bu kısa sohbet ve gösterdiğiniz anlayış ve sabır için sizlere çok teşekkür ediyorum. Son olarak sizlere kötü bir haberim olacak…”

Bu cümleden sonra hepsinin yüzünde meraklı bir bekleyiş görünüyordu. Onları fazla merakta bırakmadım ve soru sormalarına dahi fırsat vermeden meraklarını  gidermiştim.

“Üzgünüm Çocuklar… Hiçbiriniz nenelerinizle Cennette buluşamayacaksınız!.. Tanıdığınız, tanımadığınız, yüzyıllar önce yaşamış çok çok iyi insanlar olan ata nenelerinizle Cennette buluşamayacaksınız!..”

Lisede okuduğunu söyleyen en büyükleri sormuştu…

“İyi ama efendim, bizlerin bir suçu, bir günahı yok ki! Neden onlarla Cennette buluşamayacağız?”

Gülümseyerek kızımızın gözlerinin içine bakarak konuşuyordum.

“Suçu, günahı olan sizler değilsiniz!.. Suçlular(!); kendilerini örnek aldığınız velilerinizin, büyüklerinizin sizlere anlattıklarına ve sizlerinde inancınıza göre, yaşamları boyunca sadece başlarını örten ama saçlarını gizleyemeyen NENELERİNİZ!.. Sizler Cennete, onlar ise Cehenneme(!) gidecekler… Bilmem anlatabildim mi?”

Oysa Yüce Allah Kitabında, A’raf Suresi 3. ayetinde bizleri şöyle uyarıyor. “Rabbinizden size indirilene uyun; O’nun berisinden bir takım velilerin ardına düşmeyin! Siz ne kadar da az öğüt alıyorsunuz!”

En doğrusunu ALLAH bilir.

Selam ve Dua ile,

Fikret ARMAN

SINAV…

bavul

Sokak sakinleri ellerindeki çanta ve bavullar dolusu kitapları ile sorgulama yapılacak yerde toplanmışlar, sohbet ediyorlardı.

“ALLAH senden razı olsun Şuayip emmi. Senin önderliğinde nice dersler çalıştıkda huzur içinde sorguya çekileceğiz. Çalışmadığımız kitap, irdelemediğimiz konu kalmadı.”

Mutlu olmuştu Şuayip emmi…

“Lafı bile olmaz sevgili Bayram. Hep birlikte bu gün için hazırlanmadık mı?”

“Doğru söylüyorsun Şuayip emmi. Hayatımız boyunca bugün için çalıştık. Şükürler olsun ki, sular seller gibi bildiğimiz konularla sınava hazırız.” diyordu Bayram kendinden emin bir şekilde.

Şuayip emmi devam ediyordu…

“Ne dersin Mümin dayı? Haksız mıyız? Az emek vermedik değil mi?”

“He ya Şuayip. Yıllardır bu sorguya hazırlanıyoruz. Ezberlediğimiz hadislerin, gönderdiğimiz salavatların sayısını bile hatırlayamam.”

Kadınlar da kendi aralarında sohbet ediyorlardı. Safiye hanım gelenleri işaret ederek yanındaki Şükran’a dönüyordu;

“Seninkiler geliyor Şükran. Ama yanlarına ne kitap almışlar ne de bir çanta. Ne iş?”

“Sırf görünmek için, yasak savmak için gelmişlerdir. İşleri çok zor… Allah yardımcıları olsun.”

Cemil’ler sokağa en son taşınanlardı. Yanlarındaki üç  aile ile, aynı mantık çerçevesinde, çoğu konuda birlikte  düşünen ve akıllarını kullanan arkadaşlar olarak gelmişlerdi sorguya. Onlar da kendi aralarında sohbete dalmışlar, tatlı tatlı konuşuyorlardı.

Şuayip emmi Cemil’in yanına gelerek;

“Hayırdır yeğenim. Çanta, kitap hiçbir şey yok yanınızda. Yoksa sorguya hazır değil misiniz?”

Cemil cevap veriyordu.

“Tabii ki hazırız Şuayip emmi… Bu sorgudan kaçış yok. Kitaplara gelince, bizim çantaya, bavula koyup getirecek kadar kitabımız hayatımızda hiç olmadı…”

*

Sınav, sorgu,sual tamamlanmıştı. Şuayip emmi çıldırıyordu.

“Nasıl olur kardeşim? Anlamak mümkün değil!.. Yıllardır bugün için çalıştık. Bavullar dolusu hadis kitaplarını, fıkıh kitaplarını, diğerini boşuna mı okuduk? Tek bir konu dahi sorulmaz mı o kadar kitaptan?”

Tevfik de destek veriyordu Şuayip emmisine…

“Ne desen haklısın Şuayip emmi. Şu an şoktayım. Kütüb-i Sitteyi gençliğimden bu yana sular seller gibi ezberlemiştim. Bir tek soru çıkmaz mı ciltlerce kitaptan?”

Bayram da burnundan soluyordu. “O fıkıh kitaplarını, icmaları bulmak için gitmediğim sormadığım  hoca, gezmediğim yer kalmadı ülkede. Yıllarca hep birlikte baş başa verip çalışmadık mı? Sonuç? Sıfıra sıfır elde var sıfır!..”

Şuayip emminin oğlu Cafer de nasıl olduğunu hala anlayamıyordu.

“Yahu baba, benim esas anlamadığım; Cemil amcaların grubu… Yanlarında, bırak çanta, bavul dolusu kitapları, bir tek kitap dahi olmayan bu dört aile nasıl oluyor da sorgulamayı kusursuz bir şekilde tamamlıyorlardı?.. Hala anlayamıyorum!”

Şuayip emmi nasıl olduğunu öğrenmek için çantasızların yanına gitmeye karar vermişti. Bayram da takılmıştı yanına.

“Anlat bakalım Cemil!.. Nasıl oldu? Bizler çantalar, bavullar dolusu kitaplarla ömrümüzü tamamladık ve başaramadık da, nasıl oluyor da yanında tek bir kitap dahi olmayan sizler bu sorgulamayı başarıyla tamamladınız?”

Gülümseyerek cevap veriyordu Cemil.

“Bizler kitabımızla geldik Şuayip emmi. Hayatımız boyunca elimizden düşürmediğimiz, gönlümüze nakış gibi işlediğimiz kitabımızla geldik. O kitabı sizler de biliyorsunuz ama diğer kitaplardan fırsat bulup açıp okuduğunuzu zannetmiyorum. Hatta  okuduysanız bile O’nu düşünüp anlamayacağınızı da biliyorum. Sizler O’nu hiç okumadınız, düşünüp anlamadınız!..”

Heyecanlanmıştı Şuayip emmi…

“Hangi kitapmış bu Cemil?”

Sohbeti dinleyen Tuncay, Cemil abisine dönerek…

“Cemil abi, bunu ben söyleyebilir miyim?”

Cemil kafasıyla işaret ederek cevap vermesini istemişti Tuncay’ın… Tuncay da heyecanla Şuayip emmisine dönerek;

“Bak Şuayip emmi!.. Hani sizlerin “Abdestsiz dokunmayın çarpılırsınız” diyerek duvarlara astığınız o Kitap var ya, işte biz hayatımız boyunca o Kitabı hiç duvara asmadığımız gibi elimizden de düşürmedik… Hep o Kitabın rehberliğinde attık adımlarımızı… O’nun dışında hiçbir kitap aramadık!.. Hatta bu sorgulamada bütün soruların o Kitaptan çıkacağını da biliyorduk Şuayip emmi.”

Şaşırmıştı Şuayip emmi. Hele hele Tuncay’ın son cümlesi onu iyice şaşırtmıştı.

“Nasıl yani? Sizler, soruların o kitaptan sorulacağını biliyor muydunuz?”

Cemil cevap veriyordu…

“Tabii biliyorduk Şuayip emmi… Yüce Rab’bimiz, o Kitabın 43. Suresinin 44. Ayetinde biz inananları bu kitaptan sorgulayacağını söylüyor zaten. Bizler, sizin gibi çantalar, bavullar dolusu kitapları onun için okumadık. Hayatımız boyunca sadece bu Kitabı okuduk ve O’nu yaşadık ve O’ndan sorgulandık… ALLAH’ın dosdoğru yoluna giden tek kitap Kur’an-ı Kerim’dir. Bilmem anlatabildim mi?”

*

Doğrusunu ALLAH bilir.

Selam ve Dua ile ALLAH’a emanet olun.

Fikret ARMAN